3 Aralık 2017 Pazar

İNANÇ VE BİLGİNİN DERECELERİ, BİLİM - DİN İLİŞKİSİ

( Bu makale, Gerçek Dini ve Hayatın Sırrını Arayanlara Hediyedir ) 

Sevgideğer Okurlarla, 19. ve 20. yüzyıllarda revaçta olan akıl-bilim ve sadece bunu rehber edinerek İlahi dinleri göz ardı eden, inanmayan düşünce ile din arasındaki ilişkileri ve Kainattaki Gerçeği en güzel şekilde Yaratıcı’nın lütfuyla açıklamaya çalışacağız. Son ilahi din İslam’ı ele alarak konuyu inceleyeceğiz.


İnanmanın 4 derecesi vardır:

4. Derece İnanış; Bir haberci veya beğenip güvendiğiniz bir arkadaşınız, bir dağın ardında ateş olduğunu söylese, siz kalpten duygunuza, altıncı hissinize göre ona inanabilirsiniz. Bu tür inanışta şüphe yoktur ve kanıt istenmez. Görünmeyen, gizli aleme ve kolaylıkla algılanmayan varlıklara inanma böyledir.

3. Derece İnanış; Dağın ardında ateş vardır; fakat uzaktan bu ateşin dumanı görünür. Bu bir işaret ve kanıttır. İnsan buna bakarak orada ateşin varlığına inanır.

İşte Yaratıcı’nın varlığını bu dünyadaki delillere bakarak hissediyor ve inanıyoruz. Mesela Asya’da yaşayan ve Avustralya’ya hiç gitmemiş bir kimse, fotoğraflara, kitaplardaki bilgilere, gidenlerin anlattıkları veya rivayetlerin çokluğuna göre Avustralya’nın varlığına inanır. Evrendeki çoğu şeye inanma bu şekildedir.

2. Derece İnanış; Kişi bizzat dağın ardına gider ve orada ateşi görür. Yakından algılar. Bu ikinci derece inanmadır. Yine de kesinlik olmayabilir. Göz, algı yanılabilir. Şahit olunan birçok olay gerçek olabilmekle beraber bazı kişiler insanları aldatmak için oyun, yapay bir sahne sergileyebilir. Şeytani cinlerin oluşturduğu normal ötesi olaylara ve varlıklara da ‘istidrac’ denilir; bunlar,mucizelerden ayırt edilir!

1. Derece İnanış; İnsan bizzat ateşin içine girer, yanar, yakıcılığını hisseder. Bütün duyu organlarıyla bunu hisseder ve şahit olur. Bu gerçek bilgi ve inanıştır.


Şimdi de aynı bilgi ve inanç derecelerini, ilahi dinleri tebliğ eden peygamberlere ve kutsal kitaplara inanmanın değerlendirilmesinde inceleyeceğiz:

Peygamberler yaşadıkları toplumda dürüst, seçkin ve güvenilir insanlar olduklarından onlardan kanıt, insan gücünün üstünde mucizeler istemeden de kendilerine ve bildirdiklerine inananlar olmuştur. Bu 4. derecedir.

Tarih boyunca peygamberlerin ve kutsal kitapların haber verdiği Bir Yaratıcı’nın varlığı, Kıyamet Günü, Öldükten Sonra Diriliş, Gelecek Dünya’nın varlığı, Kader gibi gerçeklere dair dolaylı kanıtlar, işaretler, 3.derece inanca girmektedir. Bu konularda çeşitli ve geniş tespitlere müracaat edilebilir. Örneğin bazı öngörülü insanlar gelecekteki bazı olayları doğru rüyayla veya ruhsal keşifle görürler. O, gerçekleştiğinde bu kaderi ispatlar.

Peygamberlerin, dürüst, güzel ahlak sahibi, güvenilir ve bilginlik gibi değerli ahlaki meziyetlerinin yanında Tek Yaratıcı’nın elçisi olduklarını ispatlayan, üstün bir Gücün ve Sistemin varlığını gösteren mucizelere inanmak ise onların karşılarındaki şahit olanlar için 2. derece inançtır. Mesela İsa Peygamber, halkın gözü önünde bazı ölüleri mucize olarak diriltmiştir. Bu Diriliş Günü’ne delildir.

İnsanlar öldükten sonra Gelecek Dünya, Diriliş, Cennet, Cehennem, Melek gibi varlık ve olayları gördükten sonra kesin bilgi ve inanca sahip olacaklar, bu 1.derece inanç sayılır; ama Öbür Dünya’daki bu inanma fayda vermeyecek. Çünkü imtihan için yaşanan hayat bitmiş, insanoğlu bunca ipuçları ve kanıtları gördüğü halde Gerçeği anlayamadığı ve inatla inanmak istemediği için sınavı kaybetmiş olacak!

Aslında inanmak kalple ilgili bir duygudur. Beş duyunun ötesinde “Altıncı His” tir. Düşünür Robert Braun’un şu vecizesinde de önemli bir ipucu vardır: “Bir insanın anlayışı sınırların ötesinde olmalıdır. Yoksa Cennet niye var olsun ki !”

Dikkat edin, insanların hayatta sahip olduğu çoğu bilgi veya inancı bir veya iki kaynağa dayanmaktadır: Bir Tv yayını, bir-iki kitap, sevdiğiniz ve güvendiğiniz arkadaşlarınızın verdiği haberler!

Aileyi düşünelim: İnsan bir ailede doğar, büyür. Anne-babası ona bakıp sevdiği için herkes onlara inanır, güvenir, hemen hemen bütün insanlar anne-babasının dinine taklitçilik duygusuyla tabi olur. Anne-baba ile çocuklar arasında benzerlik olur, kalpten bir duyguyla, altıncı hisle onların gerçek anne-babası olduklarına inanır, hastaneye gidip tıbbi testler yapmazlar. Şüpheleri varsa tıbbi incelemeler yapıp kanıt bulurlar. Dünya ve Evren de başıboş değildir, sahibi vardır. Büyük bir aileye benzer: Evren’de karşılıksız bir çok nimet bize veriliyor, hem de bizim gücümüz ve kontrolümüzün dışında! Bütün Evren’in insanlığa hizmet için ölçüyle yaratıldığını hissediyorsunuz. Bize hava, su, yiyecek, ışık, ısı, giysi malzemesi, akıl, ruh veren, Kainatı Yaratan bir Yaratıcı’nın işaretleri çevremizi sarmış. O, Evren’i yönetmektedir, O’nun elçileri hayatın anlamını ve hayat tarzını bize açıklamışlardır Biz O’na doğrudan altıncı hisle de inanabiliriz, delillere ve işaretlere dayanarak ta inanabiliriz.

         Bir de şu hayret verici örneği düşünün! İslami bilgiler ve Nuh Tufanı tarihi göz önüne alınarak son Adem Baba’dan türeyen insanlığın 13 bin yıllık tarihinde insanoğlu, farz edelim ki 1 milyon ürün ve eşya üretmiş olsun. Dünyada hiç kimse 1 tane bile eşyanın, makinenin kendi kendine oluştuğuna herhalde inanmaz. O halde Evren’deki milyonlarca mükemmel varlıklar, peygamberlerin ilahi, edebi mesajı, onların insanlığa sundukları ve mucizeler, bir Sanatkarın olduğunu ve tüm bunların Gerçekliğini gösterir, değil mi?

Yaşadığımız hayatta akıl ve bilim Gerçeğe ulaşmada, Evren’in Yaratıcısını bulmada sadece araçtır, yol gösterir fakat az sonra da bilim felsefecisi Karl R. Popper’in de ayrıntılı açıklayacağı gibi mutlak ve yanılmaz bir yol gösterici değildir. “Büyük şeyler küçük ipuçlarıyla bilinir.” Atasözünde açıklandığı gibi Kainattaki önemli gerçekleri keşfetmede bilim ipuçlarını topluyor. İnsan aklı ve onun sonucu bilim, insanın hedefi ve taparcasına sevdiği varlık olamaz! İnananlar için İlk insan Hz. Adem bütün isimleri, bilgileri ve rehberliği Yüce Allah’tan almış ve O’nun açıklayıcı elçisi olarak insanlığa bildirmiştir. Ormanda, ıssız bir dağda doğup bırakılan bir insan anne-baba, öğretmen gibi eğitici ve bakıcılar olmadan kendi aklıyla ne derece hayatını devam ettirir ve hayatın gerekli bütün bilgilerini öğrenebilir!

Ayrıca herkesin şahit olduğu gibi bilimsel bulgular ve ölçümler devamlı değişebiliyor. Bugün veya bu yüzyılda ‘doğru’ bildiğin bir şey yarın yanlış olabiliyor. Eskiden Samanyolu’nda 100 milyar yıldız ve Evren’de 100 milyar galaksi hesaplandı, deniyordu, son araştırmalar her birinde 200 milyar olduğunu söylüyor. Hem de iki katı! Eskiden ve hala bazı fen bilimi kitaplarında ışığın,ağırlığı olmadığı ve boşlukta yer kaplamadığı için madde olmadığı bildirilirken, Einstein daha 20. yüzyılın ilk yarısında ışığın bir kütlesinin olduğu ve çekim alanının etkisinde kaldığını dolayısıyla madde sınıfına girdiğini ispatlamıştır. Kısacası araştırma ve bilim her zaman insanlığa faydalı olacak ama yanılmaz yol gösterici olamayacak.

İslam’ın doğuşundan bugüne 1400 küsur yıllık tarihinde İslam‘ın öğretileriyle, ittifakla ve çoğunluk tarafından kabul edilen ve tespit edilmiş bilimsel sonuçlar çakışmamıştır. Keşifler ve buluşlar İslam ‘ın haberlerini doğrulamıştır. Bu da onun Hak Din olduğunu gösterir. Bakınız! İlk emri “Oku!” olan ve 275 ayette “Düşünmüyor musunuz?” diyen ve 200 ayette de “Düşünmeyi emreden” bir din ve kitaptan daha fazla insanı araştırmaya, bilime ve ilerlemeye teşvik eden kaç sistem vardır?

Gayba yani görünmeyen, bilinmeyen aleme inanan insanlar zaten kanıtlar istemezler çünkü inanmak kalple ilgili bir iştir. Fakat kanıt isteyerek inanmak isteyene de kanıtlar her taraftan aksetmektedir!

19. ve 20. Yüzyılda büyük merak konusu olan “Kainatın Bir Başlangıcı Olduğu veya Olmadığının hangisinin doğru olduğu bilimsel olarak ispatlandı!!! Yani Big Bang (Büyük Patlama)!

Max Planc’n açıklamasını hatırlayalım : “Bugün ne yazık ki, bazı insanlar doğa bilimlerinin artık din ile hiçbir ilgisi kalmadığını zannederler. Halbuki bu, çok yanlıştır. Bilakis doğa bilimleri dini inanç ve düşünceleri takviye ederler.”

Ateist bilim adamı Anthoy Flew tespit edilen bu gerçeği itiraf etmiştir: “*Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir. Kainatın bir başlangıcı olduğu iddiasını...”

         Kainatın yaratılışı Kur’an’da Enbiya Süresi 30. ayette şöyle bildirilmişti: “İnkar edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?”  Bu ayette 4 önemli nokta dikkat çekiyor!

İslam’ın temel kaynakları Kur’an ayetleri ve Peygamber hadislerinden bazıları  bilimsel mucizedir, uygarlık, bilim ve teknoloji geliştikçe şüphesiz inananlar değil de kanıt isteyenler ispatlandığına ikna olacaklardır.

Birincisi; Göklerle yerin  tek bir noktadan yaratıldığına işaret var. Bütün Evren tek noktadan patlayarak çıkmıştır. Sonra gaz kütlesi halindeyken zamanla, bu gaz kütlesinden küreler halinde parçalar kopmuş ve uzay boşluğuna fırlamıştır.

İkincisi; Her canlının sudan yaratıldığını bildirir. Bugün de tespitler böyledir. Dünya’da denizler ve okyanuslar meydana geldiğinde, suda yosunlaşma ile başlayan canlılar ilahi kanunlara göre gelişmiştir. Allah en mükemmel canlı türü olarak da yine içinde suyun bulunduğu özel bir çamurdan insanı yaratmıştır.

Üçüncüsü; Yüce Allah, inkar edenlere seslenerek bu iki bilimsel olaya işaret ediyor ve “düşünmediler mi?” diye bu olayları düşünmelerini istiyor. Yani burada bilimsel keşifler Yaratıcı ve gerçeği bulmada araç ve yol gösterici oluyor!

Dördüncüsü; Bir olgu ve gerçeğe dair kanıtlar sunulduktan sonra bile yine de inanmayabileceklerine işaret var!

         20. Yüzyılın  fizikçi bilim adamı Albert Einstein dahi her zaman din-bilim ilişkisini ve birbirini desteklediğini önemle belirtmiştir:

          “Tabiatı araştıran herkes, bir çeşit dini saygıyı, Allah’ın kudretini keşfeden kaşiftir.”

Louis Pasteur ise, bütün buluş ve keşiflerin insanı Yüce Sanatkar’a götürdüğüne hayran olur: “Bilim insanı Allaha götürür.”

Şimdi de ünlü bilim felsefecisi Karl R. Popper’in bilim hakkındaki açıklamalarını inceleyelim:

*Bilimsel teoriler hep varsayım olarak kalacaktır. Çok iyi oluşturulmuş bir teori bile daha iyi bir teoriyle yer değiştirebilir. Teoriler doğrulanamaz ancak pekiştirilebilir. Bir teori sınamalara karşı durduğu sürece pekiştirilmiş olur. Bir teorinin doğruluğundan değil de pekiştirilebileceğinden söz edileceği için, kesin bilgi, eski bilimsel ideal olan episteme bir puttur. Bilimsel objektiflik, bilimsel önermelerin hep deneme niteliğinde olmasını gerektirir. Bilimsel bir teori, asla, kesinlikle kabul edilmiş veya kanıtlanmış diye görülmemelidir. Bütün teoriler varsayımdır, tümü yıkılabilir. Bilim varsayımlardan oluşur. Her şey kestirimseldir, hiçbir bilgi kesin değildir. Ne subjektif ne de objektif bilginin kesin olduğundan söz edilebilir.

Bilim, rasyonel bir “mutlak doğru” yu temsil etmez. Aksine, ancak yanlışlanabilir, yani deney veya sınama yoluyla kontrol edilebilir olması halinde bilim sayılır. (Karl R. Popper; Avusturyalı Bilim Felsefecisi)

*Bilim, rehber değildir. Hele yanılmaz ve sınırsız bir yol gösterici hiç değildir. Ahlaki ve siyasi tercihlerimiz bilim kadar, belki daha fazla önemlidir. Bilimin insana hükmetmesi, bilim adına baskı rejimleri kurulması çağına girilmesi yanlıştır.”  (Karl R. Popper: Avusturyalı Bilim Felsefecisi)

*Gerek din, gerek doğa bilimleri, bir muazzam Yaratıcı olmadan bu dünyanın kurulamayacağını kabul ederler. Doğa bilimlerin bulduğu bütün yenilikler, bu muazzam Yaratıcının varlığı ve büyüklüğü hakkında birer belgedir.     (Max Planc)

         Gayb, yâni görünmeyen, normal duyu organlarıyla algılanmayan âlem ve varlıklara inanma konusunda hayattan şu ipucu veren  ve açıklayıcı örneği verebiliriz: Bundan 500 yıl önce 1500 yılında, çeşitli aletlerle mikroplar ve virüslerin tespit edilmediği zamanda, bunların varlığından bahsedilseydi, bu “varsayım” sayılacak “gerçek” kabul edilmeyecekti. Halbuki onlar vardı ve gerçekti. İspat edilince yaygın bir gerçek oldular. Nitekim 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşemseddin, “İnsanlarda hastalıklara çok küçük görülmeyen canlıların neden olduğundan” bahsetmişti. O, normal duyu ötesi algıyla, kalp gözüyle, ruhen yücelerek veya halkın duymadığı bir metotla bunu keşfetmiş olmalıydı.

 

         Ayrıca 200 yıl önce 1800’de bazı insanların günümüzden daha erken imkanları olsaydı ve dünya insanlarına görülmeyen kozmik ışınlardan, insanın ses ve görüntüsünü ortaya çıkaran radyo ve televizyon sinyallerinden, bandların üzerinde çeşitli seslerin saklı olduğundan  bahsetseydi, dünyanın çoğu bunu “hayal, varsayım” olarak kabul edecekti. Ama onlar vardı. İnsanlık o bilgi ve teknolojiye sahip olmadığı için onları yok sayardı.

         Bundan başka, astronomlar evrendeki yıldızların varlığından  ancak o yıldızın ışığı Dünya’ya ulaştığı zaman, hatta milyarlarca ışık yılı sonra varlığından haberdar oluyorlar. O yıldızlar, çok uzaklarda vardı, ondan bir işaret te yoldaydı, ancak Dünya’ya ulaştığı zaman herkes tarafından bilindi. Eğer ışık hızından hızlı bir varlık Evreni dolaşsa daha önce bazı şeyleri algılamış ve bilmiş olur. Duyu ötesi algı böyle bir şey! Işık hızından hızlı varlıklar, ayrı bir inceleme konusudur.

         Kâinattaki binlerce gizli ya da keşfedilmeyi bekleyen gerçekleri bulup inanmak için, insanlığın binlerce yıl geçmesini beklemesi veya öldükten sonra görmesi mi gerekiyor !? İşte, dünyadaki imtihan hayatının sebebi budur!

Bazı haberlerin veya ölümden sonra bir musibetin veya kurtuluşun gerçekleşeceğine inanmak için ipuçlarına, delillere veya kıyasa dayalı iman yetmez mi? Hâlbuki siz hayatta birçok şeye, doğru sandığınız bir iki delile, ipucuna veya yaygın bir söylentiye göre inanıyorsunuz. Gerçekleri açık fikirli ve önyargısız olarak değerlendirmeliyiz.

         Öte yandan, her zaman materyalist ve dinsiz insanlar bile dünyada doğa üstü, normal ötesi, açıklanamayan olayların ve varlıkların olduğuna şahit olmuşlar, “sadece maddeye inanıyoruz” dedikleri halde akıl, ruh, rüya gibi soyut varlıkların, somut olarak tespit edilmemiş varlıkların varlığına inanmışlardır. Hiç rüya görmeyen birine göre de ‘rüya’, bir hayal, sadece bazı insanların algıladığı için var dediği maddi olmayan bir şeydir! Göz olmadan görmeye en güzel örneklerden biridir.

         Son olarak son peygamber Hz.Muhammed (a.s.)’ın tebliğ ettiği semavi din İslam’ın doğruluğunu ispatlayan birkaç kanıt sayalım:

         *Aslında bütün peygamberlerin dürüst, güzel ahlak sahibi,adaletli olması ve büyük suç/günah işlememeleri ilk kanıt sayılır. Dürüst insanlar, doğru haberler verir.

         Peygamberliğe delil sayılan mucizeler ise bazan gerektiği için gerçekleşmiş, bazan da inkarcılar kendileri istemiştir. İşin garip tarafı ve insanoğlunun iki yüzlü,nankör karakterini gösteren durum, istenen mucize gerçekleşince yine inkar etmeleri, “Bu, bir sihirdir!” deyip döneklik yapmalarıdır.

         **Yüce Allah, özellikle okuma-yazma bilmeyen Hz.Muhammed’i peygamber olarak görevlendirmiştir ki bazı insanlar, “Kur’an’ı o yazmıştır” diye iddia ederlerse, iddiaları geçersiz olsun! Edebiyat harikası Kur’an, İslam’ın en büyük mucizesidir. Kıyamete kadar korunacağı vaad edilmiştir.

         ***İslam’ın doğruluğuna bir diğer delil,M.S. 621 yılında Mekkeli putperestlerin (müşriklerin) kendi istediği Ayın ikiye bölünme mucizesidir. Müşrikler, Hz.Muhammed’e, “Eğer sen gerçekten peygambersen, bize Ayı, yarısı Ebu Kubeys Dağı, yarısı da Kuaykıan Dağı üzerinde görülmek üzere ikiye ayır! “ dediler. Hz.Muhammed, “Eğer bunu yaparsam iman eder misiniz?” diye sordu. Müşrikler,“Evet, iman ederiz.” Dediler. Müşrikler, Ayın dolunay olduğu, Ayın ondördüncü gecesinde, Ayın ikiye ayrıldığını gördüler. Her taraftan gelenlere sordular. “Evet! Onu biz de öyle gördük! Ayı ikiye yarılmış gördük!” dediler. Fakat müşrikler iman etmekten, Müslüman olmaktan yüz çevirip, “Bu, olagelen bir sihirdir!”, “Ebu Talib’in yetiminin sihri semâya da tesir etti.” dediler.

         ****Bundan başka M.S. 13 Mart 624’te putperestlerle-Müslümanlar arasındaki ilk savaş olan Bedir Savaşı’nda 3000 melek âniden belirmiş, Müslümalara yardım ederek savaşmıştır. Binlerce kişi birden ortaya çıkan, güzel ve güçlü, 3000 tanımadığı savaşçıyı görüyor ve peygamberin ilâhi yardım isteme duasına da şâhit oluyor; bu da büyük bir mucize ve delildir! Yoksa 313 Müslüman, 3000 putperesti nasıl yenebilirdi !?

         Dünyada birçok kişinin merak ettiği,“Bu kainat ve insan ırkı niçin yaratılmıştır?” sorusuna cevap olarak İslam Dini’nde bildirilen şu kudsi hadisi  sunacağız, Yüce Yaratıcı Allah şöyle açıklamıştır:“Ben, gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, mahlukâtı (yaratılmış varlıklar) yarattım.”(Acluni, Keşfü’l Hafa, II /132)  

          Sona gelirken olaylara ve gerçeklere inanıp inanmama konusunda dikkat çekici iki özdeyişi burada hatırlatmak istiyorum:

Franz Werfel diye bir düşünür demiş ki, “İnanan bir kimse için delil gereksizdir; inanmayan bir kimse için ise açıklama imkansızdır!”

 “İnsanların çoğunun olağanüstü olaylara inanmamasının nedeni, kâinatı yeteri kadar incelememeleri veya kendilerinin mucize, keramet benzeri normal ötesi olay yaşamamasıdır.” (Yazar Memduh Özcan)

Tüm uygarlıkların üstünde daima bir Üst Sistem var. Semavi dinlere inananlar için bu Allah ve meleklerden oluşan sistemdir. İnsanlık doğuşundan beri, evrenin hatta evrenlerin sahibi olan Yüce Yaratıcı ve Yüce Âleme erişme çabası içindedir. İnsanların, Tanrı’nın bildirdiği gerçeğe ulaşmasında en büyük engeller, zalim ve inkarcı krallar, baskıcı gelenekler, insanları-cinleri çok etkileyen menfaat ve korku duygusu, kötü alışkanlıklardan ve hayat tarzından kolaylıkla kurtulamamalarıdır... Yer altındaki tatlı suyun, yeryüzüne çıkıp okyanusa ulaşması için çıkış yolları arayıp yılmadan yolculuğunu tamamlaması gerekiyor!..  

Gerçeğe ulaşmanız dileğiyle hoşça kalın!            

Hazırlanış Tarihi: Aralık 2001

Memduh Özcan, Öğretmen Yazar

E-Posta Adres: memduh.ozcan@yaani.com                                                                                                                                                      
                                

26 Kasım 2017 Pazar

GÖSTERİŞ DÜŞKÜNÜ VE DEVAMLI BEĞENİLMEK İSTEYEN KADINLARIN DİKKATİNE !!!

(KIRMIZI ALARM !)                 20.11.2017
(Neden “Kırmızı Alarm!” dedik; çünkü insan, bir günde de tuzağa düşüp helak olabilir!)


Ey halkım! Erkeklerin güzel ve çekici kadınlara bakma huyu ve alışkanlığından daha fazla kadınların gösteriş ve kendini beğendirme alışkanlıkları vardır. Kadınların nefsi daha şiddetlidir. Hatta çoğu evli kadınlar, evde kocasına süslenmez, ilgilenmez her ay 22 gün, 26 gün dışarıdaki halk için süslenir, makyaj yapar, güzel koku sürünür…Bunları Müslümanların peygamberi Hz.Muhammed (a.s.) yasaklamadı mı? Elbette yasakladı. Duymuşsunuzdur da İslami uyarıya göre yaşamak işinize gelmiyordur. Ahirette belki bu yüzden çoğu kadın cehenneme gider!
         Acı gerçekleri tartışmaya, itiraz etmeye gerek yok! Arşivimizde hiç bir önemli olayı, bilgiyi yayınlamadığı halde sadece kadın olduğu için çekici fotoğraflarla her gün 50-100 erkeği peşinden sürükleyen nice kadının 130’dan fazla örnek yayını ve sayfası vardır…Yani “Elimi sallasam ellisi…” ata sözü kadınlar için doğrudur!  Çocukların şekerle kandırıldığı gibi erkeklerin çoğu da iki portakalı göstererek kandırılır. Hatta uzun yıllar önce metropol bir şehirde bir minibüste giderken üniversiteli güzel bir kız, yüksek sesle arkadaşına ,”Bilimsel olarak ta ispatlanmış, erkeklerin çoğu (oranını hatırlamıyorum) ilk 20 dakikada tavlanıyormuş!” dedi. Bu mesajın ulaştığı vatandaşlardan bazılarının bile sayfası ortaya çıkabilir! Biz deney yapmak için insanlara ve canlılara zarar verenlerin karşısındayız! Yalnız ara sıra hırsızlık çeteleri, bidat sahibi sapıkları, şüpheli fahişe tiplileri, münafıkları denemek için kısa bir mesajla haberleştiğimiz olur. Mesela bir-iki ay önce Endonezyalı/ Malezyalı görünen, hiçbir kimlik bilgisi olmayan, hemen erkeklerin peşine takıldığı güzel kadın profiline yabancı dilde, “Çekici güzel kadın fotoğrafı ile sihir arasında bağlantı var mıdır?” dedim, ertesi gün bizim sayfaya engel koymuş! İşte bu kadar hassas ve alıngan, dalavereci tipler…Erkekler dikkatli olup tuzağa düşmesinler! Mü’min (inançlı) kadınlar da Allaha ve Kıyamet Günü’ne içtenlikle inanıyorlarsa kendilerini koruyup fitneye sebep olmasınlar!
         Mesela diyelim ki ben evli, çocukları olan bir kadınım. Bir düğüne veya arkadaşların çay partisine gideceğim; göz alıcı,dekolte yâni göğüslerimin üstü görünen bir elbise giyinerek fotoğraf veya video çekiyorum ve bunu Facebook, Instagram veya bir internet sitesinde yayınlamak hoşuma gidiyor. Yüzlerce, binlerce erkeğin arzuyla ağzının suyu akıyor! Ayrıca erkekleri tahrik eden mini etek, çok dar bluz veya pantolon giymek, ses çıkaran yüksek topuklu ayakkabı giymek te böyle! Böyle Müslümanlık, edepli Türklük olur mu diye düşünemiyorum…Nefsi emmare ve Şeytan gâlip geliyor; Günaha sevk eden halkın yoğun ilgisi ve iltifatları bana renkli kelebekler gibi görünüyor; ama aslında eşek arıları gibi zararlı, fark edemiyorum! Başka bir deyişle haram olan her iş, zehirli bir baldır!  
                  BİR GÜNAH DESTANI: RAHİP BARSİSA
Şimdi bütün insanlığa hayatı ibret olan, Müslüman âlimlerin eserlerinde geçen müthiş bir hikaye olan Rahip Barsisa’nın son anlarındaki pişmanlığını inceleyin!...Çok meşhur ve sevilen olduktan sonra Şeytanlar ordusunun toplantı yaparak ve hileler düşünerek onu  kandırıp, sonra secde ettirerek Cehenneme gidişini anlatıyor. Şeytan’ın oğullarından biri, Rahip Barsisa’yı kandırmak için  “Halkı genç ve güzel kadınlardan daha iyi avlayacak hiçbir tuzak olamaz”, dedi.
Hikayenin ayrıntısını en sonda verilen kaynaklardan kesinlikle okumanızı tavsiye ediyoruz!
         ********************************************
"Ey dostlar! Bu hikayeyi dinleyiniz. Hakikatte o, bizim bugünkü halimizdir" [1]
diyen büyük İslâm arifi Mevlânâ Celaleddin Muhammed, gerçekten bugünkü halimiz olan bir hikayeyi "Mecâlis-i Sab'a" adlı eserinde anlatmaktadır. [2]
         ………………………………………………………………
“Barsîsâ, kendi kendine:

“Ey kutsuz nefs, duan kabul oluyor diye seviniyordun. Halkın gönlüne, gözüne üstün ve büyük görünüyorsun diye seviniyordun. Halkın inancı azalır diye de korkuyordun değil mi? Gerçekten bunların hepsi yılandı, akrepti. Evet, halkın beğenişi, zehirlerle dolu bir yılandı, diyordu. İçten içe ah ediyordu ama bu ahların hiçbir faydası yoktu.
Onu yüce bir darağacının dibine getirdiler. Merdiven dayadılar ve boynuna halkasını taktılar. O anda şeytan bir insan şekline bürünüp kendisine göründü.
Barsîsâ'ya:
“Bunların hepsini sana ben yaptım. Hâlâ da gücüm var; çaren benim elimde. Bana secde et, seni kurtarayım, dedi.

Barsîsâ:
“Nasıl secde edeyim, boynumda ip var, deyince, şeytan:
“Secde niyetiyle başınla işaret et. Akıllıya işaret de yeter, dedi.
Can tatlıdır ya, Barsîsâ can korkusuyla secde etmeye niyetlendi. Fakat başını eğince ip boynunu daha çok sıkmaya başladı.
         Bu hal karşısında şeytan:
"Gerçek şu ki, ben senden uzağım" dedi. (3)
         Bir başka kaynakta şöyle rivayet vardır:
“Kur'an-ı Kerim'in HAŞR Suresi 16 ayetinde; ve Muhittin Arabi'nin Seceret-ül Kevn adlı eserinde,İbn-i Abbas (r.a.)’dan rivayet edilen Hadis-i Şerif te bahsi geçen Rahip Barsia ;
Şeytan; "Bilmez misin Ya Muhammed, Rahip Barsisa, tam yetmiş yıl ihlas ile Allah'a ibadet etti. Bu ibadetlerinin sonunda ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki. Her dua ettiği hasta duası bereketi ile şifayap oluyordu. -Onun peşine takıldım. Hiç bırakmadım. ŞARAP İÇTİ, ZİNA ETTİ, KATİL OLDU. KÜFRE GİRDİ. “ (4)
HAZIRLAYAN: Mimoza Evrensel Keşifler Grubundan Gizemli Yolcu,                     
20 Kasım 2017

ÖNEMLİ DİPNOT: Haber gruplarına ekte gönderdiğimiz Amerikalı aktris “Anne Hathaway” ın güzel bir fotoğrafını göndermemizin hikmeti şudur: Çoğu kişi maalesef hep görünüşe aldanır. Dünyada özellikle ünlü film oyuncuları ve şarkıcılar, zengin iş adamları arasında doğru yoldan sapmış, anormal hayat tarzı olan nice kişi vardır! Çoğu kişi bunları fark etmez! Anne Hathaway’ın hayat hikayesini anlatan bir yayında şunu öğrendik: “Gençliğinde o, rahibe olmak istiyormuş. Daha sonra erkek kardeşinin eşcinsel (homoseksüel ) olduğunu öğrenince, böyle bir hayat tarzına ve tercihe müsaade etmeyen bir dinin (Hıristiyanlığın) mensubu olamayacağını anlamış.” Yani bir zamanlar helak olan sapık ve lanetlenmiş Lut ve Pompei  Kavimlerinin  âdetlerini iyi görüyorlar! Ayrıca Dünyanın her tarafı Şeytani İlluminati Örgütünün üyeleriyle dolu…Kıyamet’in yaklaştığı bu dönemde dürüst, adaletli ve iyiliksever mü’min olmak en zor iş! …Tövbe ederse, biz bu durumu dünyanın ünlü basın kurumlarına ilan ederiz !
KAYNAKLAR:
[1] Mevlana, Mesnevi, C. 1, B. 35.
[2] Mevlana Celaleddin, Mecalis-i Sab'a (Yedi Meclis) Çev. Abdûlbaki Gölpınarlı, Kon­ya, 1965, Sh.31.
Ebü'1-Leys Semerkandî, Tenbîhü'l-gafilîn, Çev Salih Uçan, İst., 1990, Sh. 604, Vd. Kurtubî, XVIIl/37, 41 ve Hakim, Müstedrek, 11/484'den. Mustafa Kasadar, Delilleriyle Kadın İlmihali, İst., 1998, Sh. 490-491.
[3] Kur'an-ı Kerim'in 59. sûresi olan Haşr sûresinin 16. ayetinin tefsirinde, İsrailogullarından olan ve kendisini kulluğa vermiş bulunan (Barsîsâ adlı) bu adamın hika­yesi İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. (Macma'a'l-Bayan, C. 9, Sh. 264-265; Safına, 1, Sh.71). Mecalis-i Sab'a'yı çevirenin notu, Sh.117.
Ebü'l-Leys Semerkandî, Tefcîrü'l-Kur'an, Sadeleştiren: Mehmet Karadeniz, İst. 1996, C.6, sh.183, İbn Abbas'tan.

31 Ekim 2017 Salı

"MERSİN TARSUS’TAKİ KAZIDA UZAY GEMİSİ BULUNDU” VİDEOSUNUN METNİ


25 Ekim 2017 (Yayın Tarihi)
(1.BÖLÜM)



Yetkililer Mersin Tarsus’ta o evin bulunduğu arazi sınırları içerisinden gelen yüksek radyoaktif dalgalar ve manyetizma sonucu yaptıkları gizli kazıda  bir uzay gemisi bulmuşlar. (02.13. Dakika)
Bana gelen bilgiye göre gemi 8 katlı apartman büyüklüğünde ve mermi şeklinde bir mimarisi var. Geminin dış kalkanı dünyada bulunmayan radyoaktif bir maddeden yapılmış ve yüksek derecede tehlikeli gazlar ve radyoaktif madde barındırıyor. Geminin birden çok yakıt deposu bulunuyor. Yakıt maddelerinden biri henüz dünyada kullanılmayan ama dünyada bulunan paha biçilmeyen çok değerli bir madde olduğu söylendi. Ayrıca üç yakıt tankının ikisinde sıvı metan ve sıvı oksijen bulunuyor. Gemi Güneş fırtınalarından ve uzay radyasyonundan korunmak için katmanlı yapılardan oluşuyor. Geminin kapısı açılmamış ve gemi hiçbir şekilde zarar görmüyor.Geminin kapısı açılamadığı için uzmanların gemiye güvenle girmeleri tam 132 gün sürmüş.
Daha çarpıcı bilgiler de var; şöyle ki geminin içinden 6 tane uzaylı bedeni çıkmış! (03.00 dakika)
Uzaylılar 1.63 ile 1.68 boyları arasındalar.Bedenleri insanlarınki gibi organik ve benzer biyokimyaya sahip.Beyinleri küçük bir karpuz büyüklüğünde ve vücutlarıyla orantısız.Beyinleri hafiften mor renkte. İlginç olarak kanları yeşil renkte. Kemikleri bizle aynı renkte ve beyaz renkte. Gözlerinin renkli kısmı ise daha geniş,gözün beyaz kısmında ise açık mavi tonlar var. Yapılan otopsiye göre gezegenlerinden ayrıldıkları günden beri yemek yememişler.Sadece su ve buna ek olarak karmaşık organik bir kimyaya sahip içecek ve besin kapsulleri kullanmışlar.Kiloları yaşarken ortalama 41 kilogram civarındaymış ancak ölünce 12 kilo tartılmışlar.Çok ta akıl almaz detaylar var. Yapılan fizik testlerinde ve karbon testlerinde geminin dünyaya tam tamına 1.4 milyon ışık yılı uzaklıktan ve yüksek ihtimalle solucan deliklerini kullanarak geldikleri saptanmış. Uzay gemisi dünyaya Milattan önce 1100 yılında girmiş. (03.58)
            Uzaylıların ölüm nedeni ise şu şekilde: Dünyaya girdikten sonra bir şekilde havadan veya çevreden enfeksiyon kapmışlar ve ciğerlerinde yüksek miktarda toksin madde bulunmuş. Onlara bir saldırı mı düzenlendi veya dünyanın havasındaki veya kabuğundaki bileşenler kanlarında tepkime mi yarattı bilinmiyor! Ancak ölümleri yaklaşık 8 gün sürmüş. Kan kusarak ölmüşler.
Çok ilginç ve duygusal bir detay daha var; uzaylılardan dişi olanı 4 aylık üçüzlere hamile olarak ölmüş.Bebekler 11 ay sonra doğacaklarmış.Yapılan tıbbi araştırmada çok ilginç ki uzay gemisindeki her erkek bireyin dişi ile her 10 günde dişinin rızasıyla birliktelik yaşadığı ve fetüslerin anormal geliştiği ortaya çıkmış ve dişi birey erkeklerden önce ölmüş! (04.40) En son ölen uzaylının ise ensesinde üçlü nokta dövmesi olan, daha kilolu ve kafasında özel bir kask takan geminin kaptanı olduğu söyleniyor.
            Bunlar sadece elimdeki bilgilerin ufak başlıklarıydı; daha bunların 3 katı bilgi var. Sırayla yayınlayacağım arkadaşlar. (04.59 dakika)
            Ali ÇANDIR, 25 Ekim 2017

DİPNOT: Ali Çandır Bey’e verdiği değerli bilgilerden dolayı teşekkür ediyor; yeni keşiflerinde ve ömür boyu kendisine sağlık ve iyi dileklerimizi sunuyoruz…
Mimoza Evrensel Keşifler Grubu,Konya,Türkiye


25 Eylül 2017 Pazartesi

39.DOSYA/DAVA (CASE 39) FİLMİNİN KONUSU; (KESİNLİKLE İNCELEYİN !...

25.09.2017
                                          39.DOSYA/DAVA (CASE 39) FİLMİNİN KONUSU;
(KESİNLİKLE İNCELEYİN, SİZİN DE BAŞINIZA GELEBİLİR!)
HIZIR A.S.’IN KÖTÜ,ŞEYTANİ BİR OĞLANI ÖLDÜRMESİ;
ŞEYTANIN ELE GEÇİRDİĞİ ALMAN KIZ ANNELİESE MİCHEL’İN KORKUNÇ HİKAYESİ


KONUSU (Kısaca)      : Şeytani Bir Varlığın 10 Yaşında Bir Kız Olarak Görünmesi Ve  Çevresindeki Birçok İnsanı Normal Ötesi Olaylarla Öldürmesi.
YAPIM YILI                 :2009
ÜRETİLDİĞİ ÜLKE    : Kanada, ABD
Yönetmen                  : Christian Alvart
Oyuncular                  :FİLMDEKİ ADI                              OYUNCUNUN GERÇEK ADI
Emily Jenkins                                     :Renee Zellweger
Lilith (lily Sullivan)                           :Jodelle ferland
Doug Ames                                       :Bradley Cooper
Detective Mike Barron                    :Ian McShane
Edward Sullivan                               :Callum Keith Renne
Margaret Sullivan                            :Kerry O’Malley
Wayne                                               :Adrian Lester
Nancy                                                : Cynthia Stevenson
Emily jenkens, Aile Hizmetleri Dairesinde memur olarak çalışmaktadır. Emily, pek çok şey görmüş geçirmiş olduğunu düşündüğü sırada, 10 yaşındaki Lilith Sullivan onun en yeni ve en gizemli vakası haline gelir.
            Anne-babası Lilith’i öldürmeye çalıştığında, Emily’in en çok korktuğu şey doğrulanmış olur: Emily, Lilith’i kurtarır ve uygun bir bakıcı aile denk gelene  kadar onu yanına almaya karar verir.
            Esas dehşet de o zaman başlar...
            *********************************************************
   

(22—25. Dakika) Lilith’e 10 yıldır bakan anne ve baba  Onu fırında yakmaya çalıştılar (sebebi sonra anlaşılacak). Daha önce bir vatandaş ihbar ettiğinden çocuklara zarar veren böyle aileleri devlet kontrol ediyor. Memur Bayan Emily Jenkins ve Detektif Bay Mike eve gelip kızı kurtardılar ve ebeveynleri de önce mahkemeye sonra Bethel Psikiyatri Hastanesine götürüldü.
            (27.dakika) Lilith (Lily diye de söyleniyor) çocuk yuvasında kalmak istemediğinden Bayan Jenkins’e, “Seninle kalmak istiyorum, lütfen, uslu olurum.” diyerek yalvardı.
            (42.Dakika) Dedektif Mike, geçenlerde sorunlu bir ailede Diego adlı siyahi bir oğlan anne babasını uykusunda öldürdüğünden , cinayetten bir gün önce Emily’nin evinden telefonla ona arama yapıldığını söyledi. Emily, şaşırdı, kendisinin aramadığını söyledi. Sonra Lilith’e sordular. O, “Ben yapmadım (aramadım), yemin ederim.” Dedi.
            Diego adındaki siyahi çocuk anne babasını çok severmiş, niye ebeveynini öldürmüş olabilir !?
            (44.Dakika) Emily, çocuk hapishanesinde Diego’yu sorgularken Diego bilinmeyen bir sebeple krize girdi. Emily, hastanede Diego’yı ziyaret etti. O zaman Diego, Lily’nin aradığını tasdik etti. “O dedi.” dedi.
            (47.Dakika) Emily,nin erkek arkadaşı Doug, Lily ile sohbetinde eşek arılarından korktuğunu söyledi. Lily de kendinden korktuğunu söyledi. Kötü düşüncelerim var, dedi.  Doug, onunla görüştükten sonra endişelendi ve bunu Emily’ye “Kendimi tehdit edilmiş hissettim” diye belirtti.
            (50.Dakika) Emily ile Lily, mutfakta birlikte yemek yediler.
            (52.Dakika) Bay Doug, evdeyken bir telefon geldi; telefonda cızırtılı bir ses vardı. Sonra kulağından arı çıktı, daha sonra arılar olağanüstü bir şekilde çoğaldılar ve banyoda Doug’ın ölümüne sebep oldular. Olay yerini inceleyenlere göre bu durum kaza gibi görünüyor.
            (58.Dakika) Cenaza töreninden sonra Emily ve Lily otomobille eve dönerken Lily, Emily’e, “Benim suçum olduğunu düşünüyorsun, değil mi? “diye soruyor. Aslında öyle düşünmesine rağmen, “Kimsenin suçu değil, bir kazaydı.” Diye cevapladı.
(61.Dakika) Bayan Emily Jenkins, Psikiyatri Hastanesinde, Lily’in anne ve babası olan Margaret ve Edward Sullivan ile görüşmeye gitti. Edwardla sohbet edince Lily’in birçok insanın ölümüne sbep olduğunu, şeytani bir ruh taşıdığını, bir aileyi öldürüp işi bitince başka bir aileye sığındığını, uzaktan görme ve sezgi yeteneğinin güçlü olduğunu öğrendi.
Eğitim kurumunda Emily, Lily’nin siyahi bir kızın kulağına bir şeyler fısıldadığını görünce, onlara kötü etkide bulunmasın diye kolundan asılarak “Bir daha gruba katılmayacaksın!”, dedi. Bundan hoşlanmayan Lily, asansöre telepatik ve uzaktan bir etkide bulunarak düşüyormuş gibi hızlıca inmesine sebep olarak korkuttu.
(71.Dakika) Emily, iş arkadaşı Mike ile parkta Lily’nin şeytani kötülükleri hakkında sohbet etti; hayatta normal ötesi olaylar konusunda çoğu kişinin yaptığı gibi Mike Barron ona inanmadı!
(72.Dakika) Filmin başında kötü olarak gördüğü Margaret-Edward çiftinin evinde yaptığı gibi Emily de kapıya sürgülü iri kilit taktı! (Ateş düştüğü yeri yakar, atasözü akla geldi...)
(75.Dakika) Emily, kötü ruhlu Lily’den dolayı eve gitmek istemedi. O sırada iş arkadaşı Bay Wayne’ye telefon geldi. O da, Emily’ye “telefon sana” diyerek telefonu uzattı. Telefonu alınca telefondaki Lily, “Emily’ye: “Beni evde yalnız bırakmamalıydın, Emily!” dedi.
Bayan Jenkins, iş yerinde yalnız kaldı. O sırada biraz ilerde başka bir büroda boş sandalye dönüyordu.
(77.Dakika) Emily, işten eve dönünce Lily’nin yaptığı akşam yemeğini yemek istemedi ve kendi odasına gidip kapıyı kilitledi. Lily, onun odasına giremeyince kızdı ve kapıyı şidetle vurmaya başladı. Emily, elinde tornavida ile korkuyla duvara yaslanmış bekledi.
(79.Dakika) Emily kapıyı biraz sonra açtı; dolaba vardığında dolaptan görünüşü korkunç, yaralı yüzlü hayalet gibi bir kadın çıktı. Emily, korkarak evden dışarı fırladı. Korkunç kadın da onu kovaladı. Emily, bir otobüse yetişerek şoföre “Yardım edin!” diyerek bindi. Şoför, dışarıda kimse olmadığını söyledi, Sonra o korkunç kadın kayboldu. (Bu tür olaylardan cinler, şeytanlar, kötü ruhlar,evliya gibi varlıkların belli kimselere görünüp diğerlerinin algılamadığı gerçeği anlaşılıyor...Bu tarz fakat iyilik içeren başka olaylar da çok anlatılmaktadır.)
Emily, otobüsten çıkıp park etmiş otomobiline bindi. Lily, otomobilin arkasında belirdi ve ona, “Çocuğu yalnız bırakmak hapis cezası olan bir suçtur!” Dedi. Ayrıca, istediklerini Emily’nin yapmak zorunda olduğunu belirtti. Mesela, “yeni bir elbise istediğimi söylüyorsam, almak zorundasın.” Gibi.
(85.Dakika) Edward’ın kaldığı psikiyatri hastanesinde yemekhanede Lily, karşıda oturan çekik gözlü bir adamın bedeninde belirdi ve Edward’a hitaben “Yardım almana çok sevindim baba” deyince Edward adamın üstüne saldırdı, çatalı boğazına sapladı. Diğerleriyle kavga ederken yere düştü, elindeki çatal kendi yüzüne saplandı.
Margaret ise kaldığı hücrenin odasını kötü boyalı, kötü yazılarla dolu görüyor ve alevlerle tutuşarak yanıyor; ama dışarıdan bakanlar alevleri ve diğer kötü etkileri görmüyor!
(86.Dakika)  Emily, Mike ile görüşmeye gitti. Bir telefon kaydı dinlediler; Bir erkek sesi,    “Sana ve ailene neler yapacağıma karar vermeye çalışıyorum Michael!” diyordu. Ayrıca, “Her düşündüğümde kafamdaki ses, ‘Onları öldür!’ diyor.
Mike: —Kimsiniz? Deyince,
—Sadece küçük bir kızım!
—Yatma zamanı bayağı geçti.
—Lilith ?
Mike da gerçeği anladı. Emily’ye “Haklıydın. Doug’ı aramış. Senin telefonunu kullanmış.” Dedi. Emily, Edward’ın kendisine “Onu öldürmelisin!” uyarısını Mike’a bahsetti. Mike da, “Sana yardım edeceğim!” dedi.
(90.Dakika) Mike işyerinden tüfek aldı,yer altındaki otomobil garajında arabasına giderken siyah bir köpek belirdi.Arabasına bindiğinde köpek arka koltukta göründü. Köpek saldırdı; boğuşmada tüfek ateşlendi,Mike öldü.Dışardan bakılınca kendini vurmuş gibi görünüyordu.
(91.Dakika) Memur Wayne, Mike’ın ölüm haberini Emily’ye telefonla bildirince öfkeyle salona gitti. Lily keyifle TV izliyordu; Emily, Televizyonu devirdi. LiLy’ye :” Evimden def ol!” diye bağırdı. Lily’nin patlamış mısır tabağını fırlattı. Lily, ayağa kalkarak, “Sakın bana bağırma!” sözünü erkek sesiyle söyledi ve yüzü kötü yönde asıl yapısına biraz dönüştü.
Emily odasına gidip kapıyı kilitledi. Arkasına eşya yığdı. Sonra Lily, yine kapıya gelip, “Emily, özür dilerim, içeri girebilir miyim? Konuşup anlaşabiliriz.” Dedi.
Emily, “Benden uzak dur!” diye cevapladı. Lily tekrar, “Kızma, Üzgünüm, dedim. Saçını tarayacağım.” Diye ısrar etti.
Emily, kapıyı açmayınca Lily büyük bir güçle kapıyı zorlayarak ve kırarak içeri girdi.
(94.dakika) Lily normal kız şekline dönüştükten sonra eğilerek yatağın altındaki korkmuş Emily’ye baktı. Tornavidayı yere saplayarak ve gülerek ona, “Orada ne yapıyorsun şapşal şey?” diyerek alay etti. Emily, yılgın bir halde Lily’ye “Hayır!Ne istiyorsun?” diye sorduktan sonra Lily, “Annenden ne istiyorsan onu. Beni sevmeni istiyorum.” Diye cevapladı. Daha sonra Emily, içine uyku ilacı katılmış papatya çayı hazırlayarak Lily’ye içirdi. Bir müddet sonra Emily, onun odasını kontrol edip kapısını iple iyice bağladı. Eve benzin döküp yaktı, dışarı çıkarken sadece akvaryumdaki balığı aldı.
(99.Dakika) Dışarı çıktığında yanan eve baktı. Halk oraya toplandı.Baktı ki Lily karşıda duruyor, şaşırtıcı bir şekilde dışarı çıkmış! Lily, yanına geldi ve Emily’ye bakarak “Bu kötüydü!” dedi. Sonra elini tuttu.
Polisin “Bizi takip edin, size kalacak yer bulacağız” demesi üzerine yola çıktılar, polis arabasını takip ederek bir müddet gittiler.
(102.Dakika) Arabada giderken Lily’nin “Belki de havuzu olan bir otel bulabiliriz.” demesi üzerine Emily’nin aklına bir şey geldi.Emily arabayı denize doğru sürdü ve otomobille denize uçtular! Su altında biraz boğuştular. Lily, orada kötü yaratık şeklindeydi. Emily, otomobilin sol kapısını açarak ve yüzerek su yüzüne çıktı ve kurtuldu.
Emily ve çevresindekiler böylece insan görünümünde şeytani bir varlıktan kurtuldular ve bir trajedi sona erdi!
—SON— 


ÖNEMLİ DİPNOT: 1-Huzurlu bir hayat yaşayan bazı insanlar şöyle bir soruya şaşırabilirler: “Şeytani çocuk ta var mıdır?” Cevap, “Evet, vardır!”  Bu duruma örnek hem Kutsal Kuran’da hem de dünyanın çeşitli yerlerinde tarihi kayıtlara geçmiş vakalar vardır. Kur’an-ı Kerim’de Kehf Süresinde 74. Ayette Hz.Musa ile Hızır a.s. yolculuk yaparken Hızır a.s.’ın kötü, şeytani bir oğlanı öldürdüğü anlatılır. Olayı ve hikmetini açıklayan ayetler sırasıyla şöyle  :
74. “Yine gittiler.Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır hemen onu öldürdü. Musa: “Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın?Doğrusu sen çok fena bir şey yatın.” Dedi.
80.Ayet: “Oğlana gelince, onun anne-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkara sürüklemesinden korktuk.”
81.Ayet: İstedik ki Rabbleri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayırlı ve daha çok merhamet eden birini versin.”  (1)
Bazı Müslüman müfessir ve fizikçilere göre, bu ayetlerde zaman yolculuğu yapıldığı anlamı da çıkmaktadır. Gelecekte kötü karakterli ve acımasız olduğu görülen kişi için Hızır a.s. geçmişe giderek Allah’ın izniyle o çocukken  onu öldürmüştür! Allah dilerse geleceğe ait bir durumu peygamberlerine, evliyasına bildirebilir.
2- İçine şeytan giren ve kurtarılamayan insanlara bir örnek te Almanya’da 1952’de doğan ve 24 yaşında 1976’da vefat etmiş olan Anneliese Michel adlı genç kızın hayat hikayesidir. 1968'de 16 yaşında yaşadığı ilk atakta bilinç kaybını felç takip etti. Bilinmeyen karanlık bir gücün pençesine düşmüştü sanki... Karnında bir ağırlık hissediyor ve kıpırdayamıyordu. Yardım için sesi bile çıkmayan çaresiz genç kız, durumunu  "cehennemin ortasına düşmek"olarak tarif ediyordu. 
1973'de İtalya’da bir kilise ziyareti esnasında olaylar iyice çığırından çıktı. Ayaklarının altında cehennem ateşini hisseden Anneliese kiliseden koşarak kaçtı.  Dini nesnelere ve dualara tahammül edemiyordu. Etraftaki ziyaretcilerin hepsi kendisinden gelen kötü kokuyu fark etmişti. Ailesi Anneliese'nin şeytan tarafından tacize uğradığını  düşünüyordu.
Doktorların çaresiz kaldığı ataklardan sonra yemeden içmeden kesildi. Duyduğu seslerden ve gördüğü iblis imgelerinden dolayı uykusu kaçan, sürekli hareket edip, kendine ve çevresine zarar veren, köpek gibi masa altlarına sürünen ve havlayan, böcek ve kömür yiyen, ölü bir kuşun kafasını koparan ve hatta yerden kendi idrarını yalayan, gün içinde 600 kez diz çökmekten dizleri parçalanan, paranoyaların çıldırttığı bir insana dönüştü. 
Anneliese iki kere red etmesine rağmen, 1975 yılında ailenin ısrarıyla "Büyük Şeytan çıkarma" işlemi büyük kilise tarafından kabul edildi ve bu iş için iki rahip atadı. Haftada 2-3 seans yapıldı.
Anneliese'nin şeytan çıkarma ritüeli esnasında tüyleri diken diken eden 40'a yakın kaydında, homurtu, gırtlaktan gelen ürkünç lıkırdamalara eşlik eden karışık küfürler, çığlıklar, itiraflar ve şeytanı öven konuşmalara şahit olmak mümkün. Bazı kayıtlar esnasında olağan üstü gücü yüzünden Anneliese'yi zapt etmek mümkün olmadığından sandalye'ye bağlamak zorunda kalıyorlardı.
            Seanslar esnasında birkaç farklı dil (Flemenkçe ve Çince) konuşan genç kadının, tonlama, hacim ve konuşmalarındaki anlamlılık ve mesajların içeriğindeki farklılılarından yola çıkan kilise yetkilileri 6 ayrı şeytanın etkisi altında olduğunu bildirdi. Bunlar: Lucifer Cain, Yahuda, Nero, Hitler ve Fleischmann, 16. yüzyılda yaşamış, zampara, kavgacılıktan dolayı düşmüş bir rahip... 
 "Senin adın ne Şeytan? Bir mesajın var mı? Bu vücudu ne zaman terk edeceksin?" gibi soruların karşılığında gelen cevap: "Cehennem azabı çok fazla, cehenneme gitmek istemiyoruz" şeklindeki itiraflarıydı. (2)
            Anneliese’nin annesi Anna ve babası Josef, nişanlıyken evlilik dışı ilk kızları Martha’yı dünyayı getirmişler ve o kız 8 yaşında ölmüş. Anna, utançtan dolayı evlenirken siyah bir duvak takmaya mecbur edilmiş. Bu tür günahlar da olumsuz hayatlarda etkili oluyor! Sonuçta Anneliese kurtarılamadı ve 1 Temmuz 1976 yılında Almanya’da Klingenberg’de perişan bir halde 31 kilo iken vefat etmiştir.
Bu vesileyle insanoğlu kurtuluşa ermek ve Cennete gitmek istiyorsa yapması gereken 5 önemli görevi Kainatı inceleyen Müslüman araştırmacı yazarlar olarak hatırlatalım:
1-Helal kazanç ile yaşamak. 2- Müslüman olarak Allah’a düzenli ibadet etmek. 3-Her gün sabah akşam koruyucu duaları okumak.  4-Zekat düşüyorsa zekat vermek; ayrıca düzenli sadakalar vermek.  5-Büyük günahları işlemeyip uzak durmak.
Sağlık ve esenlik dileklerimizle hoşça kalın ! 

Mimoza Evrensel Keşifler Grubu
(1)   Kuran-ı Kerim, Kehf Süresi: 74, 80, 81.Ayetler

(3)   https://www.youtube.com/watch?v=Mrd_WFQGvao

17 Eylül 2017 Pazar

DÜNYANIN EN ÇOK ZULÜM GÖREN ETNİK GRUBU ROHINGYA MÜSLÜMANLARI...

16.09.2017

DÜNYANIN EN ÇOK ZULÜM GÖREN ETNİK GRUBU ROHINGYA MÜSLÜMANLARI HAKKINDA 5 AYRI KAYNAKTAN HABERLER…

1-- AVRUPA ROHİNGYA KONSEYİ, MYANMAR'DA 3 GÜN İÇİNDE 3000 KADAR MÜSLÜMAN ÖLDÜRÜLDÜĞÜNÜ AÇIKLADI (28.08.2017)



       Avrupa Rohingya Konseyi Pazartesi günü yaptığı açıklamada, Myanmar'ın Rakhine eyaletinde son üç gün içinde 2,000-3,000 arasında Müslüman öldürüldüğünü açıkladı.
Konsey sözcüsü Anita Schug, Anadolu Ajansına Rakhine eyaletinde 2000 ila 3000 müslüman öldüğünü ve diğer binlerce kişinin de "yavaş yanan bir soykırım" olarak nitelendirdiği soykırımda yaralandığını söyledİ.
          Schug, "[Rakhine'deki durum] sürmekte olan yavaş yavaş yanan bir soykırımdır" dedi ve Myanmar Ordusunu ÖLÜMLERİN ARKASINDA bulunmakla suçladı..
Pazar günü Saulpara köyünde, yalnızca Rathedaung'da yaklaşık bin Müslüman öldürüldüğünü söyledi.
     Schug, Rakhine'da 100.000 'den fazla sivilin yerinden edildiği, Bangladeş hükümeti tarafından kapatılan Myanmar-Bangladeş sınırında ise 2.000 Müslüman'ın sıkıştığını da sözlerine ekledi.
Ayrıca, Auk Nan Yar'dan yüz köylü Çarşamba günü bilinmeyen bir yere götürüldüklerini ve güvenlik konusundaki kaygılarının bulunduğunu belirtti.
Batı Myanmar'daki Rakhine eyaletindeki sınır karakollarındaki ölümcül saldırılar, Cuma günü patlak verdi ve toplu sivil kayıplara neden oldu.
       Daha sonra, Myanmar güvenlik güçlerinin orantısız güç kullandığını ve binlerce Rohingya köylüsünün yerini doldurduğunu, böylece havan ve makineli tüfeklerle evleri yok ettiğini söyleyen basında çıkan haberler çıktı.
Bölgede Budist ve Müslüman nüfus arasında gerginlik görülüyor çünkü 2012'de toplumsal şiddet patlak verdi.
    Geçen yılın Ekim ayında Rohingya'nın çoğunluk oluşturduğu Maungdaw'da başlatılan güvenlik sıkışıklığı, güvenlik güçlerinin insanlığa karşı suçları gösteren insan hakları ihlalleri üzerine bir BM Raporu hazırlamasına yol açtı.
Birleşik Krallık, bebekleri ve çocukları da içeren katliamlara yönelik tecavüz, cinayetler, acımasız dayak ve kayıpları belgeledi. Rohingya temsilcileri operasyon sırasında yaklaşık 400 kişinin öldüğünü açıkladı.
Rohingya, dünyanın en büyük devletsiz topluluğu ve en zulüm görmüş azınlıklardan biridir.

       Güneydoğu Bangladeş'teki Chittagong'da konuşulana benzer bir lehçe kullanan Sünni Müslümanlar, çoğu nesiller boyu Myanmar’da yaşamasına rağmen kendilerini yasadışı göçmenler olarak gören ve onlara "Bengali" diyen Budist çoğunluğun birçoğu tarafından  nefret edilmektedir.
Onlar, vatandaşlık elde etmek için, , kısmen 1982 tarihli, 1823 öncesinde-  ilk Anglo-Burma savaşından önce --Myanmar'da yaşadıklarını ispatlamayı şart koşan bir kanun nedeniyle bir etnik grup olarak resmen tanınmadılar .
(YORUM: Maalesef böyle saçma bir kanun da bulunuyormuş Dünya Gezegeninde)
       Çoğu, yoksul batıdaki Rakhine eyaletinde yaşıyor ancak vatandaşlıktan yoksun ve hareket ve çalışma kısıtlamaları nedeniyle taciz edilmiştir.
Bangladeşli kamplarda 400 bin kişi yaşıyor, ancak Dakka sadece küçük bir kısmı mülteci olarak tanıyor.

2-- 05.01.2012 TARİHİNDE YAYINLANAN “ÖLÜRSEM ÖZGÜRLÜKTEN ASLA VAZGEÇMEYİN” HABERİ
            Şimdi www.turkishny.com sitesinde 2012 yılında yayınlanan “Ölürsem Özgürlükten Asla Vazgeçmeyin” başlıklı haberin bazı bölümlerini inceleyelim:
                Batı onu Güney Asya'nın "Mandela"sı olarak tanıyor.
            ……………………………………………………………...........................................
            “Myanmar'da 1990 yıllındaki genel seçimlerde özgürlük savaşçısı Aung San Suu Çii, halkın yüzde 59'unun oyunu alarak başbakan olmaya hak kazanmıştı. İktidarı bırakmak istemeyen askeri rejim, Aung San Suu Çii'nin başbakanlığını zorla elinden almakla kalmadı, aynı zamanda Suu Çii'nin son 20 yıllık ömrünün 15 yılını da ev hapsinde geçirmesi için her türlü düzenbazlığı yaptı.
            '8888' Katliamı
Tek parti iktidarına son vermek amacıyla muhalefet 8/8/1988'de "dört sekiz" (8/8/88) adı altında bir genel grev çağrısı yaptı. On binlerce öğrenci, kamu çalışanı ve rahip sokaklara dökülerek, askeri rejimin sona ermesi çağrısı yaptı. Gece yarısına doğru Devlet Başkanı Sein Lwin, orduya "ateş" emri verdi. Güvenlik güçleri binlerce kişiyi katletti. General Saw Maung kanlı bir darbeyle "Devlet Yasa ve Düzeni Restorasyon Konseyi"ni yürürlüğe koydu.
…………………………………………………………………………………….
Bir Konuşma Onu Lider Yaptı
Başkent Rangun'da 26 Ağustos 1988'de 100 bin kişi önünde yapacağı siyasi bir konuşma ise onu Myanmar'daki muhalefetin yeni lideri konumuna taşıyacaktı……
Ancak sıkıyönetim ilan eden askeri cuntanın bu mitinge verdiği karşılık da çok sert oldu. 18 Eylül 1988'de yine binlerce kişi öldürülerek, halkın demokrasi isteği kanla bastırıldı.
……………………………………………………………………………………
Başbakanlığı Elinden Alındı
Askeri cuntanın tüm baskılarına rağmen Aung San Suu Çii önderliğindeki NLD partisi, 1990 yılındaki genel seçimlerde parlamentodaki sandalyelerin yüzde 82'sini kazandı.
Suu Çii, 1995 yılına kadar ev hapsinde kaldı ve yurtdışına çıkış yasağı konuldu. Ömrünün son 20 yılının en az 15 yılını ev hapsinde geçiren Nobel barış ödülü sahibi Aung San Suu Çii, kocası Michael Aris, 1999'da Londra'da kanserden hayatını kaybettiğinde cenazesine bile gidemedi.
Ara Seçimden Zaferle Çıktı
……………………………………………………………………….............................
Her türlü baskıya büyük bir sabırla karşı koyan özgürlük savaşçısı Suu Çii'nin partisi NLD, 1 Nisan 2012'de yapılan ara seçimlerden büyük bir zaferle çıktı. Parlamentodaki 45 koltuk için yapılan ara seçimde, muhalefet partisi NLD 42 sandalye kazanmasını başardı
2015'e Hazırlanıyor
Myanmar'da 67 yaşında meclise girmeyi başaran ve halkı tarafından "Leydi" olarak anılan Aung San Suu Çii, şimdiden 2015 yılındaki genel seçimler için kolları sıvamış durumda. Ancak Suu Çii'nin rakibi dünyanın en kanlı askeri rejimlerinden biri. Ne zaman ne yapacağını kestirmek zor.
NTVMSNBC
05.01.2012

3- MYANMAR KATLİAMINDA ÖLDÜRÜLEN KÖYLÜLER… (1 Eylül2017)

ABC (Haber Ajansı), Batı Myanmar'daki Rathedaung ilçesi yakınlarındaki Chut Pyin köyündeki toplu katliamlarla ilgili iki ayrı kaynaktan belli iddialar elde etti.
………………………………………………………………………………………
Rohingyalılar, çoğunluğu Budist olan bir ülkede Müslüman bir azınlıktır.
Rakhine eyaletinde yaşayan 1.1 milyon Rohingyalı, birçok aile nesiller boyu Maynmar’da yaşamasına rağmen vatandaşlıktan mahrum bırakılmakta ve ırk ayrımı şartları altında yaşamaktadırlar.
Komşu Bangladeş’teki kamplarda 400 bin Rohingyalı yaşamaktadır.
Bir rapor, Myanmar'ın Rakhine'deki Rohingya Müslümanlarına karşı sistematik bir şekilde insan haklarının ihlalinin tanımlanmış bir soykırım çerçevesine girdiğini belirtti.
Ekim ayında bazı Rohingyalılar, Suudi kaynaklı isyancı grup Harakah el-Yaqin (İnanç Hareketi) ile polis karakollarına saldırarak dokuz subayı öldürerek savaşmaya başladılar.
Güvenlik güçlerinin müteakiben yapmış oldukları müdahale, cinayetler, çete tecavüzleri ve keyfi gözaltı iddiasıyla çok acımasızdı.
Cuma günü, şimdi kendilerini Rohingya Kurtuluş Ordusu (ARSA) olarak adlandıran savaşçılar, bu kez 25 polis karakolunu basarak tekrar saldırdılar.
Daha sonraki günlerde Rohingyalılar tarafından en az bir Budist köy yakıldı ve 4000 Budist sorun noktalarından boşaltıldı.
Buna karşılık, güvenlik güçleri bölgeyi mühürledi ve orada çok sayıda sivil ölüm ve onlarca Rohingya köyünün tutuşması iddiaları var.
'Rohingyalılar'ı ortadan kaldırmak için tam teşekküllü girişim’
Bayan Lewa (Arakan Projesi Müdürü Chris Lewa)  ,isyan saldırılarının ordu eline geçtiğini söyledi.
Bayan Lewa ,“Yetkili makamlar, Rakhine ile beraber tüm Rohingya'yı kuzey Rakhine bölgesinden itme fırsatı veriyor ve bu yüzden kesinlikle etnik temizlik olduğunu düşünüyorum "diye belirtti.
………………………………………………………………………………………………………..
Myanmar Hükümeti, terörist bir tehdide karşı haklı bir askeri müdahale yürüttüğünü ancak birçok gözlemci için, "tasfiye işlemi" nin soykırım olmasa da etnik temizliğin bütün özelliklerini taşıdığını söyledi.
(Avustralya Haber Kurumu )

4—AL JAZEERA YAYIN KURUMUNUN İNGİLİZCE SİTESİNDE 13 EYLÜLDE YAYINLANAN “MYANMAR: WHO ARE THE ROHINGYA?” (MYANMAR: ROHİNGYALILAR KİMDİR?) BAŞLIKLI HABERDEKİ GRAFİĞE  GÖRE MYANMAR’DA BULUNAN VE MYANMAR’DAN  ÇEŞİTLİ ÜLKELERE GÖÇ EDEN ROHİNGYALI MÜSLÜMAN MÜLTECİLERİN SAYISI ŞÖYLE:
“Onlar, ülkenin resmi 135 etnik grubundan biri olarak sayılmamaktadır ve etkili bir şekilde onları devletsiz kılan 1982’den beri vatandaşlıktan mahrum edilmişlerdir!”
(YORUM: Myanmar’da 1982’de çıkan bu kötü ve saçma kanunu değiştirelim! )
Myanmar                                        :  1.000.000
Myanmar Rakhine Eyaletinde   :     120.000
Bangladeş                                        :    785.000
Tayland                                            :        5.000
Malezya                                           :   150.000
Endonezya                                      :     1.000
Hindistan                                         :   40.000
Pakistan                                           : 350.000
Birleşik Arap Emirlikleri               :   10.000
Suudi Arabistan                             : 200.000

KAYNAK:

5-- 7 Eylül 2017’de http://iuvmpress.com/16844 Sitesinde İngilizce yayınlanan “Aung San Suu Kyi’nin Müslüman Soykırımına Tuhaf Tepkisi” başlıklı haber:
Myanmar’ın iktidar Partisinin lideri, Müslüman soykırımını örtbas ederek haberleri, “teröristleri güçlendirme yöntemi olarak”  tanımlamıştır.
Rohingya azınlığının öldürülmesi karşısında, olaylara ilk tepkisinde medya tarafından sessizliği nedeniyle tarafından eleştirilen, Myanmar’ın iktidar Partisi lideri ve Nobel Barış Ödülü Sahibi Aung San Suu Kyi, bütün desteklerinin Rakhine Eyaletindeki bütün halka olduğunu ilan etmiştir.” (Tipik politikacı lafı)
O, aynı zamanda, teröristlerin çıkarlarına paralel olan yanlış bilgiden oluşan kocaman bir buz dağı” nı eleştirmiştir! (Korkunç gerçeği örtbas etmek için diyaloğu başka kanala çekme çabası) 
………………………………………………………………………………
SONUÇ VE ÇÖZÜM: 2 Nolu haberde fark ettiğiniz gibi 2017 Eylül itibariyle Myanmar Devlet Başkanı olan Bayan Aung San Suu Kyi’nin hayatı incelendiğinde onun da çok çile çektiği anlaşılmaktadır. Ne var ki “politika” denen meslek “Şeytanın sanatı” olduğundan çocukluğunda ve gençliğinde çok zulüm görmüş, yoksulluk çekmiş nice kişi sonradan makam, zenginlik ve şöhret sahibi olunca kısa sürede onlar da maalesef bozulmaktadır! İşte Şeytanın kendisi , Hz.Musa zamanında onun  akrabası Karun da, Belam bin Baura adlı alim de bir zamanlar salih varlıklar iken sonradan Allah’a asi olmuşlar,kötüleşmişler ve  küfür bataklığında helak olmuşlardır!
            Aung San Suu Kyi, orduyu ve çeteleri lanetlese ve  “en kısa sürede suçlular cezalandırılacak”, dese kısa sürede suikaste kurban gidecektir! Bu nedenle siyaset ölümü göze alma mesleğidir; yoksa dürüst insanlar, inancını, karakterini ve onurunu kaybederler! Derler ki, siyaset ‘ateşten gömlek’tir . Şahitlerin ve uzmanların da beyanıyla Myanmar’da Müslüman katliamlarını ordunun ve Budist çetelerin yaptığı anlaşılmaktadır.
            ÇÖZÜM: Dünyada bir millette, toplumda başka bir kavme karşı hor görme, kin, nefret,önyargı  ve intikam duygusu varsa, dürüst ve vicdanlı 1 milyar kişi kınasa da, ağlasa da, devamlı para yardımı da gönderse bu zulümler ve katliamlar bitmez! Sadece mülteci kamplarındaki yaralılar bir süre daha yaşar… Myanmar’daki soykırımı durdurmak için öncelikle komşu ülkeler Bangladeş, Malezya, Endonezya, Pakistan, Türkiye gibi ülkeler ittifak kurup savaş gemileri ve güçlü ordular göndererek fiilen savaşmalıdır, isterse savaşın kayıpları daha çok olsun; insanlık böyle belli olur! İnsanoğlu ancak musibetten anlar! (Kuran ayetleriyle açıkça belirtilmiştir!)
İkinci bir seçenek var; Uluslar arası İttifak, bütün mazlum kavmi yani 1 milyon Rohingyalıyı  diğer iyi ülkelere paylaşarak  yerleştirirler, böylece katliamdan ve korkunç muamelelerden kurtulurlar…İkisinden hangisinin yapılacağına inanıyorsunuz? Üçüncü durum ise, bütün bir kavmin dünyanın gözü önünde zamanla soykırıma uğramasıdır, zaten bu yapılıyor…İşte insanlığın utanç verici, korkunç yapısı…Herkes Kıyamete kadar ne ekerse onu biçecek! Sağlıcakla…16.09.2017
HAZIRLAYAN: Mimoza Evrensel Keşifler Grubu,
P.K. 268, Devri Cedid Mah. Vatan Cad. 42001 Nalçacı, KONYA