3 Aralık 2017 Pazar

İNANÇ VE BİLGİNİN DERECELERİ, BİLİM - DİN İLİŞKİSİ

( Bu makale, Gerçek Dini ve Hayatın Sırrını Arayanlara Hediyedir ) 

Sevgideğer Okurlarla, 19. ve 20. yüzyıllarda revaçta olan akıl-bilim ve sadece bunu rehber edinerek İlahi dinleri göz ardı eden, inanmayan düşünce ile din arasındaki ilişkileri ve Kainattaki Gerçeği en güzel şekilde Yaratıcı’nın lütfuyla açıklamaya çalışacağız. Son ilahi din İslam’ı ele alarak konuyu inceleyeceğiz.


İnanmanın 4 derecesi vardır:

4. Derece İnanış; Bir haberci veya beğenip güvendiğiniz bir arkadaşınız, bir dağın ardında ateş olduğunu söylese, siz kalpten duygunuza, altıncı hissinize göre ona inanabilirsiniz. Bu tür inanışta şüphe yoktur ve kanıt istenmez. Görünmeyen, gizli aleme ve kolaylıkla algılanmayan varlıklara inanma böyledir.

3. Derece İnanış; Dağın ardında ateş vardır; fakat uzaktan bu ateşin dumanı görünür. Bu bir işaret ve kanıttır. İnsan buna bakarak orada ateşin varlığına inanır.

İşte Yaratıcı’nın varlığını bu dünyadaki delillere bakarak hissediyor ve inanıyoruz. Mesela Asya’da yaşayan ve Avustralya’ya hiç gitmemiş bir kimse, fotoğraflara, kitaplardaki bilgilere, gidenlerin anlattıkları veya rivayetlerin çokluğuna göre Avustralya’nın varlığına inanır. Evrendeki çoğu şeye inanma bu şekildedir.

2. Derece İnanış; Kişi bizzat dağın ardına gider ve orada ateşi görür. Yakından algılar. Bu ikinci derece inanmadır. Yine de kesinlik olmayabilir. Göz, algı yanılabilir. Şahit olunan birçok olay gerçek olabilmekle beraber bazı kişiler insanları aldatmak için oyun, yapay bir sahne sergileyebilir. Şeytani cinlerin oluşturduğu normal ötesi olaylara ve varlıklara da ‘istidrac’ denilir; bunlar,mucizelerden ayırt edilir!

1. Derece İnanış; İnsan bizzat ateşin içine girer, yanar, yakıcılığını hisseder. Bütün duyu organlarıyla bunu hisseder ve şahit olur. Bu gerçek bilgi ve inanıştır.


Şimdi de aynı bilgi ve inanç derecelerini, ilahi dinleri tebliğ eden peygamberlere ve kutsal kitaplara inanmanın değerlendirilmesinde inceleyeceğiz:

Peygamberler yaşadıkları toplumda dürüst, seçkin ve güvenilir insanlar olduklarından onlardan kanıt, insan gücünün üstünde mucizeler istemeden de kendilerine ve bildirdiklerine inananlar olmuştur. Bu 4. derecedir.

Tarih boyunca peygamberlerin ve kutsal kitapların haber verdiği Bir Yaratıcı’nın varlığı, Kıyamet Günü, Öldükten Sonra Diriliş, Gelecek Dünya’nın varlığı, Kader gibi gerçeklere dair dolaylı kanıtlar, işaretler, 3.derece inanca girmektedir. Bu konularda çeşitli ve geniş tespitlere müracaat edilebilir. Örneğin bazı öngörülü insanlar gelecekteki bazı olayları doğru rüyayla veya ruhsal keşifle görürler. O, gerçekleştiğinde bu kaderi ispatlar.

Peygamberlerin, dürüst, güzel ahlak sahibi, güvenilir ve bilginlik gibi değerli ahlaki meziyetlerinin yanında Tek Yaratıcı’nın elçisi olduklarını ispatlayan, üstün bir Gücün ve Sistemin varlığını gösteren mucizelere inanmak ise onların karşılarındaki şahit olanlar için 2. derece inançtır. Mesela İsa Peygamber, halkın gözü önünde bazı ölüleri mucize olarak diriltmiştir. Bu Diriliş Günü’ne delildir.

İnsanlar öldükten sonra Gelecek Dünya, Diriliş, Cennet, Cehennem, Melek gibi varlık ve olayları gördükten sonra kesin bilgi ve inanca sahip olacaklar, bu 1.derece inanç sayılır; ama Öbür Dünya’daki bu inanma fayda vermeyecek. Çünkü imtihan için yaşanan hayat bitmiş, insanoğlu bunca ipuçları ve kanıtları gördüğü halde Gerçeği anlayamadığı ve inatla inanmak istemediği için sınavı kaybetmiş olacak!

Aslında inanmak kalple ilgili bir duygudur. Beş duyunun ötesinde “Altıncı His” tir. Düşünür Robert Braun’un şu vecizesinde de önemli bir ipucu vardır: “Bir insanın anlayışı sınırların ötesinde olmalıdır. Yoksa Cennet niye var olsun ki !”

Dikkat edin, insanların hayatta sahip olduğu çoğu bilgi veya inancı bir veya iki kaynağa dayanmaktadır: Bir Tv yayını, bir-iki kitap, sevdiğiniz ve güvendiğiniz arkadaşlarınızın verdiği haberler!

Aileyi düşünelim: İnsan bir ailede doğar, büyür. Anne-babası ona bakıp sevdiği için herkes onlara inanır, güvenir, hemen hemen bütün insanlar anne-babasının dinine taklitçilik duygusuyla tabi olur. Anne-baba ile çocuklar arasında benzerlik olur, kalpten bir duyguyla, altıncı hisle onların gerçek anne-babası olduklarına inanır, hastaneye gidip tıbbi testler yapmazlar. Şüpheleri varsa tıbbi incelemeler yapıp kanıt bulurlar. Dünya ve Evren de başıboş değildir, sahibi vardır. Büyük bir aileye benzer: Evren’de karşılıksız bir çok nimet bize veriliyor, hem de bizim gücümüz ve kontrolümüzün dışında! Bütün Evren’in insanlığa hizmet için ölçüyle yaratıldığını hissediyorsunuz. Bize hava, su, yiyecek, ışık, ısı, giysi malzemesi, akıl, ruh veren, Kainatı Yaratan bir Yaratıcı’nın işaretleri çevremizi sarmış. O, Evren’i yönetmektedir, O’nun elçileri hayatın anlamını ve hayat tarzını bize açıklamışlardır Biz O’na doğrudan altıncı hisle de inanabiliriz, delillere ve işaretlere dayanarak ta inanabiliriz.

         Bir de şu hayret verici örneği düşünün! İslami bilgiler ve Nuh Tufanı tarihi göz önüne alınarak son Adem Baba’dan türeyen insanlığın 13 bin yıllık tarihinde insanoğlu, farz edelim ki 1 milyon ürün ve eşya üretmiş olsun. Dünyada hiç kimse 1 tane bile eşyanın, makinenin kendi kendine oluştuğuna herhalde inanmaz. O halde Evren’deki milyonlarca mükemmel varlıklar, peygamberlerin ilahi, edebi mesajı, onların insanlığa sundukları ve mucizeler, bir Sanatkarın olduğunu ve tüm bunların Gerçekliğini gösterir, değil mi?

Yaşadığımız hayatta akıl ve bilim Gerçeğe ulaşmada, Evren’in Yaratıcısını bulmada sadece araçtır, yol gösterir fakat az sonra da bilim felsefecisi Karl R. Popper’in de ayrıntılı açıklayacağı gibi mutlak ve yanılmaz bir yol gösterici değildir. “Büyük şeyler küçük ipuçlarıyla bilinir.” Atasözünde açıklandığı gibi Kainattaki önemli gerçekleri keşfetmede bilim ipuçlarını topluyor. İnsan aklı ve onun sonucu bilim, insanın hedefi ve taparcasına sevdiği varlık olamaz! İnananlar için İlk insan Hz. Adem bütün isimleri, bilgileri ve rehberliği Yüce Allah’tan almış ve O’nun açıklayıcı elçisi olarak insanlığa bildirmiştir. Ormanda, ıssız bir dağda doğup bırakılan bir insan anne-baba, öğretmen gibi eğitici ve bakıcılar olmadan kendi aklıyla ne derece hayatını devam ettirir ve hayatın gerekli bütün bilgilerini öğrenebilir!

Ayrıca herkesin şahit olduğu gibi bilimsel bulgular ve ölçümler devamlı değişebiliyor. Bugün veya bu yüzyılda ‘doğru’ bildiğin bir şey yarın yanlış olabiliyor. Eskiden Samanyolu’nda 100 milyar yıldız ve Evren’de 100 milyar galaksi hesaplandı, deniyordu, son araştırmalar her birinde 200 milyar olduğunu söylüyor. Hem de iki katı! Eskiden ve hala bazı fen bilimi kitaplarında ışığın,ağırlığı olmadığı ve boşlukta yer kaplamadığı için madde olmadığı bildirilirken, Einstein daha 20. yüzyılın ilk yarısında ışığın bir kütlesinin olduğu ve çekim alanının etkisinde kaldığını dolayısıyla madde sınıfına girdiğini ispatlamıştır. Kısacası araştırma ve bilim her zaman insanlığa faydalı olacak ama yanılmaz yol gösterici olamayacak.

İslam’ın doğuşundan bugüne 1400 küsur yıllık tarihinde İslam‘ın öğretileriyle, ittifakla ve çoğunluk tarafından kabul edilen ve tespit edilmiş bilimsel sonuçlar çakışmamıştır. Keşifler ve buluşlar İslam ‘ın haberlerini doğrulamıştır. Bu da onun Hak Din olduğunu gösterir. Bakınız! İlk emri “Oku!” olan ve 275 ayette “Düşünmüyor musunuz?” diyen ve 200 ayette de “Düşünmeyi emreden” bir din ve kitaptan daha fazla insanı araştırmaya, bilime ve ilerlemeye teşvik eden kaç sistem vardır?

Gayba yani görünmeyen, bilinmeyen aleme inanan insanlar zaten kanıtlar istemezler çünkü inanmak kalple ilgili bir iştir. Fakat kanıt isteyerek inanmak isteyene de kanıtlar her taraftan aksetmektedir!

19. ve 20. Yüzyılda büyük merak konusu olan “Kainatın Bir Başlangıcı Olduğu veya Olmadığının hangisinin doğru olduğu bilimsel olarak ispatlandı!!! Yani Big Bang (Büyük Patlama)!

Max Planc’n açıklamasını hatırlayalım : “Bugün ne yazık ki, bazı insanlar doğa bilimlerinin artık din ile hiçbir ilgisi kalmadığını zannederler. Halbuki bu, çok yanlıştır. Bilakis doğa bilimleri dini inanç ve düşünceleri takviye ederler.”

Ateist bilim adamı Anthoy Flew tespit edilen bu gerçeği itiraf etmiştir: “*Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir. Kainatın bir başlangıcı olduğu iddiasını...”

         Kainatın yaratılışı Kur’an’da Enbiya Süresi 30. ayette şöyle bildirilmişti: “İnkar edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?”  Bu ayette 4 önemli nokta dikkat çekiyor!

İslam’ın temel kaynakları Kur’an ayetleri ve Peygamber hadislerinden bazıları  bilimsel mucizedir, uygarlık, bilim ve teknoloji geliştikçe şüphesiz inananlar değil de kanıt isteyenler ispatlandığına ikna olacaklardır.

Birincisi; Göklerle yerin  tek bir noktadan yaratıldığına işaret var. Bütün Evren tek noktadan patlayarak çıkmıştır. Sonra gaz kütlesi halindeyken zamanla, bu gaz kütlesinden küreler halinde parçalar kopmuş ve uzay boşluğuna fırlamıştır.

İkincisi; Her canlının sudan yaratıldığını bildirir. Bugün de tespitler böyledir. Dünya’da denizler ve okyanuslar meydana geldiğinde, suda yosunlaşma ile başlayan canlılar ilahi kanunlara göre gelişmiştir. Allah en mükemmel canlı türü olarak da yine içinde suyun bulunduğu özel bir çamurdan insanı yaratmıştır.

Üçüncüsü; Yüce Allah, inkar edenlere seslenerek bu iki bilimsel olaya işaret ediyor ve “düşünmediler mi?” diye bu olayları düşünmelerini istiyor. Yani burada bilimsel keşifler Yaratıcı ve gerçeği bulmada araç ve yol gösterici oluyor!

Dördüncüsü; Bir olgu ve gerçeğe dair kanıtlar sunulduktan sonra bile yine de inanmayabileceklerine işaret var!

         20. Yüzyılın  fizikçi bilim adamı Albert Einstein dahi her zaman din-bilim ilişkisini ve birbirini desteklediğini önemle belirtmiştir:

          “Tabiatı araştıran herkes, bir çeşit dini saygıyı, Allah’ın kudretini keşfeden kaşiftir.”

Louis Pasteur ise, bütün buluş ve keşiflerin insanı Yüce Sanatkar’a götürdüğüne hayran olur: “Bilim insanı Allaha götürür.”

Şimdi de ünlü bilim felsefecisi Karl R. Popper’in bilim hakkındaki açıklamalarını inceleyelim:

*Bilimsel teoriler hep varsayım olarak kalacaktır. Çok iyi oluşturulmuş bir teori bile daha iyi bir teoriyle yer değiştirebilir. Teoriler doğrulanamaz ancak pekiştirilebilir. Bir teori sınamalara karşı durduğu sürece pekiştirilmiş olur. Bir teorinin doğruluğundan değil de pekiştirilebileceğinden söz edileceği için, kesin bilgi, eski bilimsel ideal olan episteme bir puttur. Bilimsel objektiflik, bilimsel önermelerin hep deneme niteliğinde olmasını gerektirir. Bilimsel bir teori, asla, kesinlikle kabul edilmiş veya kanıtlanmış diye görülmemelidir. Bütün teoriler varsayımdır, tümü yıkılabilir. Bilim varsayımlardan oluşur. Her şey kestirimseldir, hiçbir bilgi kesin değildir. Ne subjektif ne de objektif bilginin kesin olduğundan söz edilebilir.

Bilim, rasyonel bir “mutlak doğru” yu temsil etmez. Aksine, ancak yanlışlanabilir, yani deney veya sınama yoluyla kontrol edilebilir olması halinde bilim sayılır. (Karl R. Popper; Avusturyalı Bilim Felsefecisi)

*Bilim, rehber değildir. Hele yanılmaz ve sınırsız bir yol gösterici hiç değildir. Ahlaki ve siyasi tercihlerimiz bilim kadar, belki daha fazla önemlidir. Bilimin insana hükmetmesi, bilim adına baskı rejimleri kurulması çağına girilmesi yanlıştır.”  (Karl R. Popper: Avusturyalı Bilim Felsefecisi)

*Gerek din, gerek doğa bilimleri, bir muazzam Yaratıcı olmadan bu dünyanın kurulamayacağını kabul ederler. Doğa bilimlerin bulduğu bütün yenilikler, bu muazzam Yaratıcının varlığı ve büyüklüğü hakkında birer belgedir.     (Max Planc)

         Gayb, yâni görünmeyen, normal duyu organlarıyla algılanmayan âlem ve varlıklara inanma konusunda hayattan şu ipucu veren  ve açıklayıcı örneği verebiliriz: Bundan 500 yıl önce 1500 yılında, çeşitli aletlerle mikroplar ve virüslerin tespit edilmediği zamanda, bunların varlığından bahsedilseydi, bu “varsayım” sayılacak “gerçek” kabul edilmeyecekti. Halbuki onlar vardı ve gerçekti. İspat edilince yaygın bir gerçek oldular. Nitekim 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşemseddin, “İnsanlarda hastalıklara çok küçük görülmeyen canlıların neden olduğundan” bahsetmişti. O, normal duyu ötesi algıyla, kalp gözüyle, ruhen yücelerek veya halkın duymadığı bir metotla bunu keşfetmiş olmalıydı.

 

         Ayrıca 200 yıl önce 1800’de bazı insanların günümüzden daha erken imkanları olsaydı ve dünya insanlarına görülmeyen kozmik ışınlardan, insanın ses ve görüntüsünü ortaya çıkaran radyo ve televizyon sinyallerinden, bandların üzerinde çeşitli seslerin saklı olduğundan  bahsetseydi, dünyanın çoğu bunu “hayal, varsayım” olarak kabul edecekti. Ama onlar vardı. İnsanlık o bilgi ve teknolojiye sahip olmadığı için onları yok sayardı.

         Bundan başka, astronomlar evrendeki yıldızların varlığından  ancak o yıldızın ışığı Dünya’ya ulaştığı zaman, hatta milyarlarca ışık yılı sonra varlığından haberdar oluyorlar. O yıldızlar, çok uzaklarda vardı, ondan bir işaret te yoldaydı, ancak Dünya’ya ulaştığı zaman herkes tarafından bilindi. Eğer ışık hızından hızlı bir varlık Evreni dolaşsa daha önce bazı şeyleri algılamış ve bilmiş olur. Duyu ötesi algı böyle bir şey! Işık hızından hızlı varlıklar, ayrı bir inceleme konusudur.

         Kâinattaki binlerce gizli ya da keşfedilmeyi bekleyen gerçekleri bulup inanmak için, insanlığın binlerce yıl geçmesini beklemesi veya öldükten sonra görmesi mi gerekiyor !? İşte, dünyadaki imtihan hayatının sebebi budur!

Bazı haberlerin veya ölümden sonra bir musibetin veya kurtuluşun gerçekleşeceğine inanmak için ipuçlarına, delillere veya kıyasa dayalı iman yetmez mi? Hâlbuki siz hayatta birçok şeye, doğru sandığınız bir iki delile, ipucuna veya yaygın bir söylentiye göre inanıyorsunuz. Gerçekleri açık fikirli ve önyargısız olarak değerlendirmeliyiz.

         Öte yandan, her zaman materyalist ve dinsiz insanlar bile dünyada doğa üstü, normal ötesi, açıklanamayan olayların ve varlıkların olduğuna şahit olmuşlar, “sadece maddeye inanıyoruz” dedikleri halde akıl, ruh, rüya gibi soyut varlıkların, somut olarak tespit edilmemiş varlıkların varlığına inanmışlardır. Hiç rüya görmeyen birine göre de ‘rüya’, bir hayal, sadece bazı insanların algıladığı için var dediği maddi olmayan bir şeydir! Göz olmadan görmeye en güzel örneklerden biridir.

         Son olarak son peygamber Hz.Muhammed (a.s.)’ın tebliğ ettiği semavi din İslam’ın doğruluğunu ispatlayan birkaç kanıt sayalım:

         *Aslında bütün peygamberlerin dürüst, güzel ahlak sahibi,adaletli olması ve büyük suç/günah işlememeleri ilk kanıt sayılır. Dürüst insanlar, doğru haberler verir.

         Peygamberliğe delil sayılan mucizeler ise bazan gerektiği için gerçekleşmiş, bazan da inkarcılar kendileri istemiştir. İşin garip tarafı ve insanoğlunun iki yüzlü,nankör karakterini gösteren durum, istenen mucize gerçekleşince yine inkar etmeleri, “Bu, bir sihirdir!” deyip döneklik yapmalarıdır.

         **Yüce Allah, özellikle okuma-yazma bilmeyen Hz.Muhammed’i peygamber olarak görevlendirmiştir ki bazı insanlar, “Kur’an’ı o yazmıştır” diye iddia ederlerse, iddiaları geçersiz olsun! Edebiyat harikası Kur’an, İslam’ın en büyük mucizesidir. Kıyamete kadar korunacağı vaad edilmiştir.

         ***İslam’ın doğruluğuna bir diğer delil,M.S. 621 yılında Mekkeli putperestlerin (müşriklerin) kendi istediği Ayın ikiye bölünme mucizesidir. Müşrikler, Hz.Muhammed’e, “Eğer sen gerçekten peygambersen, bize Ayı, yarısı Ebu Kubeys Dağı, yarısı da Kuaykıan Dağı üzerinde görülmek üzere ikiye ayır! “ dediler. Hz.Muhammed, “Eğer bunu yaparsam iman eder misiniz?” diye sordu. Müşrikler,“Evet, iman ederiz.” Dediler. Müşrikler, Ayın dolunay olduğu, Ayın ondördüncü gecesinde, Ayın ikiye ayrıldığını gördüler. Her taraftan gelenlere sordular. “Evet! Onu biz de öyle gördük! Ayı ikiye yarılmış gördük!” dediler. Fakat müşrikler iman etmekten, Müslüman olmaktan yüz çevirip, “Bu, olagelen bir sihirdir!”, “Ebu Talib’in yetiminin sihri semâya da tesir etti.” dediler.

         ****Bundan başka M.S. 13 Mart 624’te putperestlerle-Müslümanlar arasındaki ilk savaş olan Bedir Savaşı’nda 3000 melek âniden belirmiş, Müslümalara yardım ederek savaşmıştır. Binlerce kişi birden ortaya çıkan, güzel ve güçlü, 3000 tanımadığı savaşçıyı görüyor ve peygamberin ilâhi yardım isteme duasına da şâhit oluyor; bu da büyük bir mucize ve delildir! Yoksa 313 Müslüman, 3000 putperesti nasıl yenebilirdi !?

         Dünyada birçok kişinin merak ettiği,“Bu kainat ve insan ırkı niçin yaratılmıştır?” sorusuna cevap olarak İslam Dini’nde bildirilen şu kudsi hadisi  sunacağız, Yüce Yaratıcı Allah şöyle açıklamıştır:“Ben, gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, mahlukâtı (yaratılmış varlıklar) yarattım.”(Acluni, Keşfü’l Hafa, II /132)  

          Sona gelirken olaylara ve gerçeklere inanıp inanmama konusunda dikkat çekici iki özdeyişi burada hatırlatmak istiyorum:

Franz Werfel diye bir düşünür demiş ki, “İnanan bir kimse için delil gereksizdir; inanmayan bir kimse için ise açıklama imkansızdır!”

 “İnsanların çoğunun olağanüstü olaylara inanmamasının nedeni, kâinatı yeteri kadar incelememeleri veya kendilerinin mucize, keramet benzeri normal ötesi olay yaşamamasıdır.” (Yazar Memduh Özcan)

Tüm uygarlıkların üstünde daima bir Üst Sistem var. Semavi dinlere inananlar için bu Allah ve meleklerden oluşan sistemdir. İnsanlık doğuşundan beri, evrenin hatta evrenlerin sahibi olan Yüce Yaratıcı ve Yüce Âleme erişme çabası içindedir. İnsanların, Tanrı’nın bildirdiği gerçeğe ulaşmasında en büyük engeller, zalim ve inkarcı krallar, baskıcı gelenekler, insanları-cinleri çok etkileyen menfaat ve korku duygusu, kötü alışkanlıklardan ve hayat tarzından kolaylıkla kurtulamamalarıdır... Yer altındaki tatlı suyun, yeryüzüne çıkıp okyanusa ulaşması için çıkış yolları arayıp yılmadan yolculuğunu tamamlaması gerekiyor!..  

Gerçeğe ulaşmanız dileğiyle hoşça kalın!            

Hazırlanış Tarihi: Aralık 2001

Memduh Özcan, Öğretmen Yazar

E-Posta Adres: memduh.ozcan@yaani.com