( Bu makale, Gerçek Dini ve Hayatın Sırrını Arayanlara Hediyedir )
Sevgideğer
Okurlarla, 19. ve 20. yüzyıllarda revaçta olan akıl-bilim ve sadece bunu rehber
edinerek İlahi dinleri göz ardı eden, inanmayan düşünce ile din arasındaki
ilişkileri ve Kainattaki Gerçeği en güzel şekilde Yaratıcı’nın lütfuyla
açıklamaya çalışacağız. Son ilahi din İslam’ı ele alarak konuyu inceleyeceğiz.
4. Derece
İnanış; Bir haberci veya beğenip güvendiğiniz bir
arkadaşınız, bir dağın ardında ateş olduğunu söylese, siz kalpten duygunuza,
altıncı hissinize göre ona inanabilirsiniz. Bu tür inanışta şüphe yoktur ve
kanıt istenmez. Görünmeyen, gizli aleme ve kolaylıkla algılanmayan varlıklara
inanma böyledir.
3. Derece
İnanış; Dağın ardında ateş vardır; fakat uzaktan bu
ateşin dumanı görünür. Bu bir işaret ve kanıttır. İnsan buna bakarak orada
ateşin varlığına inanır.
İşte Yaratıcı’nın varlığını bu dünyadaki
delillere bakarak hissediyor ve inanıyoruz. Mesela Asya’da yaşayan ve
Avustralya’ya hiç gitmemiş bir kimse, fotoğraflara, kitaplardaki bilgilere,
gidenlerin anlattıkları veya rivayetlerin çokluğuna göre Avustralya’nın
varlığına inanır. Evrendeki çoğu şeye inanma bu şekildedir.
2. Derece
İnanış; Kişi bizzat dağın ardına gider ve orada ateşi
görür. Yakından algılar. Bu ikinci derece inanmadır. Yine de kesinlik
olmayabilir. Göz, algı yanılabilir. Şahit olunan birçok olay gerçek olabilmekle
beraber bazı kişiler insanları aldatmak için oyun, yapay bir sahne
sergileyebilir. Şeytani cinlerin oluşturduğu normal ötesi olaylara ve
varlıklara da ‘istidrac’ denilir; bunlar,mucizelerden ayırt edilir!
1. Derece
İnanış; İnsan bizzat ateşin içine girer, yanar,
yakıcılığını hisseder. Bütün duyu organlarıyla bunu hisseder ve şahit olur. Bu
gerçek bilgi ve inanıştır.
Şimdi de aynı
bilgi ve inanç derecelerini, ilahi dinleri tebliğ eden peygamberlere ve kutsal
kitaplara inanmanın değerlendirilmesinde inceleyeceğiz:
Peygamberler
yaşadıkları toplumda dürüst, seçkin ve güvenilir insanlar olduklarından
onlardan kanıt, insan gücünün üstünde mucizeler istemeden de kendilerine ve
bildirdiklerine inananlar olmuştur. Bu 4. derecedir.
Tarih boyunca
peygamberlerin ve kutsal kitapların haber verdiği Bir Yaratıcı’nın varlığı,
Kıyamet Günü, Öldükten Sonra Diriliş, Gelecek Dünya’nın varlığı, Kader gibi gerçeklere
dair dolaylı kanıtlar, işaretler, 3.derece inanca girmektedir. Bu konularda
çeşitli ve geniş tespitlere müracaat edilebilir. Örneğin bazı öngörülü insanlar
gelecekteki bazı olayları doğru rüyayla veya ruhsal keşifle görürler. O,
gerçekleştiğinde bu kaderi ispatlar.
Peygamberlerin,
dürüst, güzel ahlak sahibi, güvenilir ve bilginlik gibi değerli ahlaki
meziyetlerinin yanında Tek Yaratıcı’nın elçisi olduklarını ispatlayan, üstün
bir Gücün ve Sistemin varlığını gösteren mucizelere inanmak ise onların
karşılarındaki şahit olanlar için 2. derece inançtır. Mesela İsa Peygamber, halkın
gözü önünde bazı ölüleri mucize olarak diriltmiştir. Bu Diriliş Günü’ne
delildir.
İnsanlar
öldükten sonra Gelecek Dünya, Diriliş, Cennet, Cehennem, Melek gibi varlık ve
olayları gördükten sonra kesin bilgi ve inanca sahip olacaklar, bu 1.derece
inanç sayılır; ama Öbür Dünya’daki bu inanma fayda vermeyecek. Çünkü imtihan
için yaşanan hayat bitmiş, insanoğlu bunca ipuçları ve kanıtları gördüğü halde
Gerçeği anlayamadığı ve inatla inanmak istemediği için sınavı kaybetmiş olacak!
Aslında inanmak
kalple ilgili bir duygudur. Beş duyunun ötesinde “Altıncı His” tir. Düşünür
Robert Braun’un şu vecizesinde de önemli bir ipucu vardır: “Bir insanın
anlayışı sınırların ötesinde olmalıdır. Yoksa Cennet niye var olsun ki !”
Dikkat edin,
insanların hayatta sahip olduğu çoğu bilgi veya inancı bir veya iki kaynağa
dayanmaktadır: Bir Tv yayını, bir-iki kitap, sevdiğiniz ve güvendiğiniz
arkadaşlarınızın verdiği haberler!
Aileyi
düşünelim: İnsan bir ailede doğar, büyür. Anne-babası ona bakıp sevdiği için
herkes onlara inanır, güvenir, hemen hemen bütün insanlar anne-babasının dinine
taklitçilik duygusuyla tabi olur. Anne-baba ile çocuklar arasında benzerlik
olur, kalpten bir duyguyla, altıncı hisle onların gerçek anne-babası
olduklarına inanır, hastaneye gidip tıbbi testler yapmazlar. Şüpheleri varsa
tıbbi incelemeler yapıp kanıt bulurlar. Dünya ve Evren de başıboş değildir,
sahibi vardır. Büyük bir aileye benzer: Evren’de karşılıksız bir çok nimet bize
veriliyor, hem de bizim gücümüz ve kontrolümüzün dışında! Bütün Evren’in
insanlığa hizmet için ölçüyle yaratıldığını hissediyorsunuz. Bize hava, su,
yiyecek, ışık, ısı, giysi malzemesi, akıl, ruh veren, Kainatı Yaratan bir
Yaratıcı’nın işaretleri çevremizi sarmış. O, Evren’i yönetmektedir, O’nun
elçileri hayatın anlamını ve hayat tarzını bize açıklamışlardır Biz O’na
doğrudan altıncı hisle de inanabiliriz, delillere ve işaretlere dayanarak ta
inanabiliriz.
Bir
de şu hayret verici örneği düşünün! İslami bilgiler ve Nuh Tufanı tarihi göz
önüne alınarak son Adem Baba’dan türeyen insanlığın 13 bin yıllık tarihinde
insanoğlu, farz edelim ki 1 milyon ürün ve eşya üretmiş olsun. Dünyada hiç
kimse 1 tane bile eşyanın, makinenin kendi kendine oluştuğuna herhalde inanmaz.
O halde Evren’deki milyonlarca mükemmel varlıklar, peygamberlerin ilahi, edebi mesajı,
onların insanlığa sundukları ve mucizeler, bir Sanatkarın olduğunu ve tüm
bunların Gerçekliğini gösterir, değil mi?
Yaşadığımız
hayatta akıl ve bilim Gerçeğe ulaşmada, Evren’in Yaratıcısını bulmada sadece
araçtır, yol gösterir fakat az sonra da bilim felsefecisi Karl R. Popper’in de
ayrıntılı açıklayacağı gibi mutlak ve yanılmaz bir yol gösterici
değildir. “Büyük şeyler küçük ipuçlarıyla
bilinir.” Atasözünde açıklandığı gibi Kainattaki önemli gerçekleri keşfetmede
bilim ipuçlarını topluyor. İnsan aklı ve onun sonucu bilim, insanın hedefi ve
taparcasına sevdiği varlık olamaz! İnananlar için İlk insan Hz. Adem bütün
isimleri, bilgileri ve rehberliği Yüce Allah’tan almış ve O’nun açıklayıcı
elçisi olarak insanlığa bildirmiştir. Ormanda, ıssız bir dağda doğup bırakılan
bir insan anne-baba, öğretmen gibi eğitici ve bakıcılar olmadan kendi aklıyla
ne derece hayatını devam ettirir ve hayatın gerekli bütün bilgilerini
öğrenebilir!
Ayrıca herkesin
şahit olduğu gibi bilimsel bulgular ve ölçümler devamlı değişebiliyor. Bugün
veya bu yüzyılda ‘doğru’ bildiğin bir şey yarın yanlış olabiliyor. Eskiden
Samanyolu’nda 100 milyar yıldız ve Evren’de 100 milyar galaksi hesaplandı,
deniyordu, son araştırmalar her birinde 200 milyar olduğunu söylüyor. Hem de
iki katı! Eskiden ve hala bazı fen bilimi kitaplarında ışığın,ağırlığı olmadığı
ve boşlukta yer kaplamadığı için madde olmadığı bildirilirken, Einstein daha
20. yüzyılın ilk yarısında ışığın bir kütlesinin olduğu ve çekim alanının
etkisinde kaldığını dolayısıyla madde sınıfına girdiğini ispatlamıştır.
Kısacası araştırma ve bilim her zaman insanlığa faydalı olacak ama yanılmaz yol
gösterici olamayacak.
İslam’ın
doğuşundan bugüne 1400 küsur yıllık tarihinde İslam‘ın öğretileriyle, ittifakla
ve çoğunluk tarafından kabul edilen ve tespit edilmiş bilimsel sonuçlar
çakışmamıştır. Keşifler ve buluşlar İslam ‘ın haberlerini doğrulamıştır. Bu da
onun Hak Din olduğunu gösterir. Bakınız! İlk emri “Oku!” olan ve
275 ayette “Düşünmüyor musunuz?” diyen ve 200 ayette de “Düşünmeyi
emreden” bir din ve kitaptan daha fazla insanı araştırmaya, bilime ve
ilerlemeye teşvik eden kaç sistem vardır?
Gayba yani
görünmeyen, bilinmeyen aleme inanan insanlar zaten kanıtlar istemezler çünkü
inanmak kalple ilgili bir iştir. Fakat kanıt isteyerek inanmak isteyene de
kanıtlar her taraftan aksetmektedir!
19. ve 20.
Yüzyılda büyük merak konusu olan “Kainatın Bir Başlangıcı Olduğu veya
Olmadığının hangisinin doğru olduğu bilimsel olarak ispatlandı!!! Yani Big Bang
(Büyük Patlama)!
Max Planc’n
açıklamasını hatırlayalım : “Bugün ne yazık ki, bazı insanlar doğa
bilimlerinin artık din ile hiçbir ilgisi kalmadığını zannederler. Halbuki bu,
çok yanlıştır. Bilakis doğa bilimleri dini inanç ve düşünceleri takviye
ederler.”
Ateist bilim
adamı Anthoy Flew tespit edilen bu gerçeği itiraf etmiştir: “*Big Bang
modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini
kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir. Kainatın bir
başlangıcı olduğu iddiasını...”
Kainatın
yaratılışı Kur’an’da Enbiya Süresi 30. ayette şöyle bildirilmişti: “İnkar
edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim onları birbirinden
kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine
de inanmazlar mı?” Bu ayette 4 önemli
nokta dikkat çekiyor!
İslam’ın temel kaynakları Kur’an ayetleri ve
Peygamber hadislerinden bazıları
bilimsel mucizedir, uygarlık, bilim ve teknoloji geliştikçe şüphesiz
inananlar değil de kanıt isteyenler ispatlandığına ikna olacaklardır.
Birincisi; Göklerle
yerin tek bir noktadan yaratıldığına
işaret var. Bütün Evren tek noktadan patlayarak çıkmıştır. Sonra gaz kütlesi
halindeyken zamanla, bu gaz kütlesinden küreler halinde parçalar kopmuş ve uzay
boşluğuna fırlamıştır.
İkincisi; Her canlının
sudan yaratıldığını bildirir. Bugün de tespitler böyledir. Dünya’da denizler ve
okyanuslar meydana geldiğinde, suda yosunlaşma ile başlayan canlılar ilahi
kanunlara göre gelişmiştir. Allah en mükemmel canlı türü olarak da yine içinde
suyun bulunduğu özel bir çamurdan insanı yaratmıştır.
Üçüncüsü; Yüce Allah,
inkar edenlere seslenerek bu iki bilimsel olaya işaret ediyor ve “düşünmediler
mi?” diye bu olayları düşünmelerini istiyor. Yani burada bilimsel keşifler
Yaratıcı ve gerçeği bulmada araç ve yol gösterici oluyor!
Dördüncüsü; Bir olgu ve gerçeğe dair kanıtlar sunulduktan sonra bile yine de
inanmayabileceklerine işaret var!
20.
Yüzyılın fizikçi bilim adamı Albert
Einstein dahi her zaman din-bilim ilişkisini ve birbirini desteklediğini önemle
belirtmiştir:
“Tabiatı araştıran herkes, bir çeşit dini
saygıyı, Allah’ın kudretini keşfeden kaşiftir.”
Louis Pasteur
ise, bütün buluş ve keşiflerin insanı Yüce Sanatkar’a götürdüğüne hayran olur: “Bilim
insanı Allaha götürür.”
Şimdi de ünlü
bilim felsefecisi Karl R. Popper’in bilim hakkındaki açıklamalarını
inceleyelim:
*Bilimsel
teoriler hep varsayım olarak kalacaktır. Çok iyi oluşturulmuş bir teori bile
daha iyi bir teoriyle yer değiştirebilir. Teoriler doğrulanamaz ancak
pekiştirilebilir. Bir teori sınamalara karşı durduğu sürece pekiştirilmiş olur.
Bir teorinin doğruluğundan değil de pekiştirilebileceğinden söz edileceği için,
kesin bilgi, eski bilimsel ideal olan episteme bir puttur. Bilimsel
objektiflik, bilimsel önermelerin hep deneme niteliğinde olmasını gerektirir. Bilimsel
bir teori, asla, kesinlikle kabul edilmiş veya kanıtlanmış diye görülmemelidir.
Bütün teoriler varsayımdır, tümü yıkılabilir. Bilim varsayımlardan oluşur. Her
şey kestirimseldir, hiçbir bilgi kesin değildir. Ne subjektif ne de objektif
bilginin kesin olduğundan söz edilebilir.
Bilim, rasyonel bir “mutlak doğru” yu temsil
etmez. Aksine, ancak yanlışlanabilir, yani deney veya sınama yoluyla kontrol
edilebilir olması halinde bilim sayılır. (Karl R. Popper; Avusturyalı Bilim Felsefecisi)
*Bilim, rehber
değildir. Hele yanılmaz ve sınırsız bir yol gösterici hiç değildir. Ahlaki ve
siyasi tercihlerimiz bilim kadar, belki daha fazla önemlidir. Bilimin insana
hükmetmesi, bilim adına baskı rejimleri kurulması çağına girilmesi yanlıştır.” (Karl R. Popper: Avusturyalı Bilim
Felsefecisi)
*Gerek din,
gerek doğa bilimleri, bir muazzam Yaratıcı olmadan bu dünyanın kurulamayacağını
kabul ederler. Doğa bilimlerin bulduğu bütün yenilikler, bu muazzam Yaratıcının
varlığı ve büyüklüğü hakkında birer belgedir. (Max Planc)
Gayb,
yâni görünmeyen, normal duyu organlarıyla algılanmayan âlem ve varlıklara
inanma konusunda hayattan şu ipucu veren
ve açıklayıcı örneği verebiliriz: Bundan 500 yıl önce 1500 yılında,
çeşitli aletlerle mikroplar ve virüslerin tespit edilmediği zamanda, bunların
varlığından bahsedilseydi, bu “varsayım” sayılacak “gerçek” kabul
edilmeyecekti. Halbuki onlar vardı ve gerçekti. İspat edilince yaygın bir
gerçek oldular. Nitekim 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşemseddin,
“İnsanlarda hastalıklara çok küçük görülmeyen canlıların neden olduğundan”
bahsetmişti. O, normal duyu ötesi algıyla, kalp gözüyle, ruhen yücelerek veya
halkın duymadığı bir metotla bunu keşfetmiş olmalıydı.
Ayrıca
200 yıl önce 1800’de bazı insanların günümüzden daha erken imkanları olsaydı ve
dünya insanlarına görülmeyen kozmik ışınlardan, insanın ses ve görüntüsünü
ortaya çıkaran radyo ve televizyon sinyallerinden, bandların üzerinde çeşitli
seslerin saklı olduğundan bahsetseydi,
dünyanın çoğu bunu “hayal, varsayım” olarak kabul edecekti. Ama onlar vardı.
İnsanlık o bilgi ve teknolojiye sahip olmadığı için onları yok sayardı.
Bundan
başka, astronomlar evrendeki yıldızların varlığından ancak o yıldızın ışığı Dünya’ya ulaştığı
zaman, hatta milyarlarca ışık yılı sonra varlığından haberdar oluyorlar. O
yıldızlar, çok uzaklarda vardı, ondan bir işaret te yoldaydı, ancak Dünya’ya
ulaştığı zaman herkes tarafından bilindi. Eğer ışık hızından hızlı bir varlık Evreni
dolaşsa daha önce bazı şeyleri algılamış ve bilmiş olur. Duyu ötesi algı böyle
bir şey! Işık hızından hızlı varlıklar, ayrı bir inceleme konusudur.
Kâinattaki
binlerce gizli ya da keşfedilmeyi bekleyen gerçekleri bulup inanmak için,
insanlığın binlerce yıl geçmesini beklemesi veya öldükten sonra görmesi mi
gerekiyor !? İşte, dünyadaki imtihan hayatının sebebi budur!
Bazı haberlerin veya ölümden sonra bir
musibetin veya kurtuluşun gerçekleşeceğine inanmak için ipuçlarına, delillere
veya kıyasa dayalı iman yetmez mi? Hâlbuki siz hayatta birçok şeye, doğru
sandığınız bir iki delile, ipucuna veya yaygın bir söylentiye göre
inanıyorsunuz. Gerçekleri açık fikirli ve önyargısız olarak değerlendirmeliyiz.
Öte
yandan, her zaman materyalist ve dinsiz insanlar bile dünyada doğa üstü, normal
ötesi, açıklanamayan olayların ve varlıkların olduğuna şahit olmuşlar, “sadece
maddeye inanıyoruz” dedikleri halde akıl, ruh, rüya gibi soyut varlıkların,
somut olarak tespit edilmemiş varlıkların varlığına inanmışlardır. Hiç rüya
görmeyen birine göre de ‘rüya’, bir hayal, sadece bazı insanların algıladığı
için var dediği maddi olmayan bir şeydir! Göz olmadan görmeye en güzel
örneklerden biridir.
Son
olarak son peygamber Hz.Muhammed (a.s.)’ın tebliğ ettiği semavi din İslam’ın
doğruluğunu ispatlayan birkaç kanıt sayalım:
*Aslında
bütün peygamberlerin dürüst, güzel ahlak sahibi,adaletli olması ve büyük
suç/günah işlememeleri ilk kanıt sayılır. Dürüst insanlar, doğru haberler
verir.
Peygamberliğe
delil sayılan mucizeler ise bazan gerektiği için gerçekleşmiş, bazan da
inkarcılar kendileri istemiştir. İşin garip tarafı ve insanoğlunun iki
yüzlü,nankör karakterini gösteren durum, istenen mucize gerçekleşince yine
inkar etmeleri, “Bu, bir sihirdir!” deyip döneklik yapmalarıdır.
**Yüce
Allah, özellikle okuma-yazma bilmeyen Hz.Muhammed’i peygamber olarak
görevlendirmiştir ki bazı insanlar, “Kur’an’ı o yazmıştır” diye iddia
ederlerse, iddiaları geçersiz olsun! Edebiyat harikası Kur’an, İslam’ın en
büyük mucizesidir. Kıyamete kadar korunacağı vaad edilmiştir.
***İslam’ın
doğruluğuna bir diğer delil,M.S. 621 yılında Mekkeli putperestlerin
(müşriklerin) kendi istediği Ayın ikiye bölünme mucizesidir. Müşrikler,
Hz.Muhammed’e, “Eğer sen gerçekten peygambersen, bize Ayı, yarısı Ebu Kubeys
Dağı, yarısı da Kuaykıan Dağı üzerinde görülmek üzere ikiye ayır! “ dediler.
Hz.Muhammed, “Eğer bunu yaparsam iman eder misiniz?” diye sordu.
Müşrikler,“Evet, iman ederiz.” Dediler. Müşrikler, Ayın dolunay olduğu, Ayın
ondördüncü gecesinde, Ayın ikiye ayrıldığını gördüler. Her taraftan gelenlere
sordular. “Evet! Onu biz de öyle gördük! Ayı ikiye yarılmış gördük!” dediler.
Fakat müşrikler iman etmekten, Müslüman olmaktan yüz çevirip, “Bu, olagelen bir
sihirdir!”, “Ebu Talib’in yetiminin sihri semâya da tesir etti.” dediler.
****Bundan
başka M.S. 13 Mart 624’te putperestlerle-Müslümanlar arasındaki ilk savaş olan
Bedir Savaşı’nda 3000 melek âniden belirmiş, Müslümalara yardım ederek
savaşmıştır. Binlerce kişi birden ortaya çıkan, güzel ve güçlü, 3000 tanımadığı
savaşçıyı görüyor ve peygamberin ilâhi yardım isteme duasına da şâhit oluyor;
bu da büyük bir mucize ve delildir! Yoksa 313 Müslüman, 3000 putperesti nasıl
yenebilirdi !?
Dünyada
birçok kişinin merak ettiği,“Bu kainat ve insan ırkı niçin yaratılmıştır?”
sorusuna cevap olarak İslam Dini’nde bildirilen şu kudsi hadisi sunacağız, Yüce Yaratıcı Allah şöyle
açıklamıştır:“Ben, gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, mahlukâtı (yaratılmış
varlıklar) yarattım.”(Acluni, Keşfü’l Hafa, II /132)
Sona gelirken olaylara ve gerçeklere inanıp
inanmama konusunda dikkat çekici iki özdeyişi burada hatırlatmak istiyorum:
Franz Werfel diye bir düşünür demiş ki, “İnanan
bir kimse için delil gereksizdir; inanmayan bir kimse için ise açıklama
imkansızdır!”
“İnsanların
çoğunun olağanüstü olaylara inanmamasının nedeni, kâinatı yeteri kadar
incelememeleri veya kendilerinin mucize, keramet benzeri normal ötesi olay
yaşamamasıdır.” (Yazar Memduh Özcan)
Tüm
uygarlıkların üstünde daima bir Üst Sistem var. Semavi dinlere inananlar için
bu Allah ve meleklerden oluşan sistemdir. İnsanlık doğuşundan beri, evrenin
hatta evrenlerin sahibi olan Yüce Yaratıcı ve Yüce Âleme erişme çabası
içindedir. İnsanların, Tanrı’nın bildirdiği gerçeğe ulaşmasında en büyük
engeller, zalim ve inkarcı krallar, baskıcı gelenekler, insanları-cinleri çok
etkileyen menfaat ve korku duygusu, kötü alışkanlıklardan ve hayat tarzından
kolaylıkla kurtulamamalarıdır... Yer altındaki tatlı suyun, yeryüzüne çıkıp
okyanusa ulaşması için çıkış yolları arayıp yılmadan yolculuğunu tamamlaması
gerekiyor!..
Gerçeğe
ulaşmanız dileğiyle hoşça kalın!
Hazırlanış Tarihi: Aralık 2001
Memduh Özcan,
Öğretmen Yazar