Yayın No:007
TARİKAT (NEFS TERBİYE OKULU), MÜRŞİD (DOĞRU YOLU GÖSTEREN) VE TASAVVUF (NEFSİ ARITIP ALLAH’A ULAŞMA BİLGİSİ)
Sevgideğer okurların bu üç kavram hakkında yeterli ve ilginç açıklamalar bulacağına inanıyorum. Önyargıdan kurtulup Gerçeği arayanlar Gerçeği bulabilirler.
TASAVVUF
(Ülke Yayınları Sözlüğünde): İslāmiyet’in temel prensiplerine dayanarak nefsi
arıtıp, ahlakı güzelleştirerek dini yaşama ve Allah’a ulaşma bilgisi ve
yaklaşımı.
İnkılap
Yayınları Sözlüğünde: “Dini gerçeklere akıl ve anlayışla değil, gönül ve seziş
yoluyla varmayı esas tutan bir İslam felsefe mesleği.”
Düşünürlerden
Topçu’ya göre: “Tasavvuf, Kur’an’dan kalb ilmini çıkaran felsefedir.”
İngilizcede
Tasavvufun karşılığı MYSTICISM kelimesidir. Bunun Türkçe bir anlamı da
‘Gizemcilik’ demektir. Bir başka deyişle “Gizil Bilim, Sırların İlmi” manasına
gelir.
TARİKAT’ın
anlamı Ülke yayınları sözlüğünde: “Gerçeğe varma yolu. Allah’a ve Allah’ın
rızasına erişmek için tutulması gereken yol; usul ve erkan üzere kurulmuş
tasavvuf yolu.
MÜRŞİD ise doğru
yolu gösteren, rehber, bir tarikatın başında bulunan şeyh. Mürşid-i a’zam,
Hz.Muhammed’dir. Mürşid-i kāmil; bütün noksanlıklardan kurtulmuş olan şeyhtir.
Tarikat, Mürşid (Şeyh) ve Tasavvuf üçlüsünü
kısaca şöyle tanımlayalım: Gerçeğe/ Allah’a varma yolu olan Tarikat Okulunda, doğru yolu gösteren,
dini öğretmen olan Mürşid, nefsi arıtma, ahlakı güzelleştirerek dini yaşama,
Allah’a ulaşma ve sırların ilmi olan Tasavvufu öğretir.
Mürşidle
beraber olmanın, ona bağlanmanın delili Kur’an-ı Kerim’de Tevbe Süresi 119.
Âyeti kerimedir: “Ey inananlar, Allah’tan korkun ve sādıklarla (doğrularla)
beraber olun.” Tefsirciler ‘Sadıklar’ın mürşid-i kâmil olduğunu
açıklamışlardır. En büyük mürşid Hz.Muhammed (a.s.) de dünyadan ayrıldığına
göre “Alimler peygamberlerin vārisleridir.” Hadis-i şerifine uyarak ālim,
mürşid-i kâmil olan bir veliye bağlanmak her çağda Müslümanlar için gereklidir.
Hatta şu vecize de gerçeği güzel bir şekilde dile getirir: “Mürşid-i olmayanın önderi
Şeytan olur.”
Tarikat,
dini bir okuldur, yoldur.Günümüz okulundan biraz farklılığı özel olmasıdır.
İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretlerine ‘Başkadılık’ teklif edilmiş fakat ilmi
serbestçe anlatma ve yaşama hürriyetine engel olur diye kabul etmemiştir.
İslam
tarihine bakıldığında sevilen, sayılan büyük ālimler, veliler tārikat denen
yoldan geçmişler, bir mürşide bağlanıp yeterliliğe erdikten sonra irşada
başlamışlar, mürşid olmuşlardır. Mevlāna Celaleddin Rumi (k.s.) Mevlevi
Tarikatı’nın, Hacı Bektaşi Veli (k.s.) Bektaşi Tarikatı’nın, Şāh-ı Nakşibend (k.s.)
Nakşibendi Tarikatı’nın, Abdulkadir-i Geylāni (k.s.) Kadiri Tarikatı’nın
mürşidi/şeyhi olmuşlardır.
Abdulkadir-i
Geylāni (k.s.)’nin Nakşibendi Tarikatına da bağlılığı olmuş, nakşi
mürşidlerinden ders almış, adı hem Kadiri hem de Nakşibendi silsilesinde
geçmiştir.
İslam
Dini’nde Hakikate, en yüksek mertebeye ulaşmanın 4 basamağı vardır. Bunu Yunus
Emre Hazretleri şöyle dile getirmiştir:
“Şeriat, tarikat yoldur varana,
Hakikat, marifet andan içeri.”
Yunus Emre’nin bu açıklamasından şeriat ve tarikatın açıkça
görünen 2 yol olduğu ve hakikat ile marifetin ise ‘andan içeri’ diyerek bātın
(gizli) ilimlerle ve gönül, sezgi yoluyla ulaşılacak basamaklar olduğu
anlaşılıyor.
İslam
kültüründe anlatılan şu örnek şeriat, tarikat,marifet,hakikat basamaklarını
düşünenlere çok güzel açıklar: Şeriat bir gemidir, bu gemiye binen kurtulur.
Tarikat, denize dalmaktır, dalgıç olmayı öğretir.
Marifet, denizin altındaki, derinliklerdeki bin bir
güzelliği, âlemleri seyretmektir.
Hakikat ise her şeyin, bütün varlıkların sırrına ermek,
çokluktan Tekliğe yâni Allah’a ulaşmaktır.
Bir veliye
bağlanmanın gerekliliğini Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim Han şöyle
açıklar: “Padişah-ı âlem olmak kuru bir kavga imiş,
Bir veliye
bende olmak hepsinden âlā imiş.”
Fatih Sultan
Mehmed’in hocası Akşemseddin (k.s.) olmuş, Akşemseddin Hazretleri Hacı Bayram-ı
Veli Dergahında yetişmiştir, Yunus Emre Hazretleri Taptuk Emre Dergahında, Aziz
Mahmud Hüdayi (k.s.) ise Üftade Hazretlerinin dergahında yetişip mürşid
olmuşlardır. “Evliyanın himmeti (mānevi yardımı) yaydan çıkan oku geri
çevirir!” vecizesi evliyanın himmetinin önemini göstermektedir. Halk arasında bazılarının
yanlış anladığı gibi veliler, ālimler amaç değil, Müslümanların Kâbesi
değil,öğrenci olan insanı elinden tutarak, yol göstererek insanı Allah’a
götüren bir araçtır, rehberdir. Müslümanlar namazda Kâbeye yöneliyorlar ama
taştan yapılan bu Bina’ya tapmıyorlar, Allah (c.c.) oraya yönelmemizi emrettiği
için oraya yöneliyoruz. Allah dostları ve ālimler de değerli insanlar
oldukları, onlara ihtiyaç duyulduğu için, yol göstermesi, danışılması için
onlara bağlanıp teveccüh ediliyor. İnsanlar kendi başlarına bütün işleri,
konuları bilip becerebilselerdi hastalandığında doktora ve hasteneye, öğretmene
ve okula, sanat ustasına ve dükkanına gitmezlerdi.
Nefs ve
Şeytan insanlara öyle tuzaklar ve oyunlar hazırlar ki insanın tek başına
kurtulması çok zor olur. Nice veliler bazı günah ve hatalarla iyi durumlarını
kaybetmişlerdir. Kimileri imanını yitirirler, kimileri dereceler kaybederler.
Meşhur veli
Hallac-ı Mansur’un akıl ve kıyas çerçevesi içinde küfür olan ve öyle görünen
“Ene’l Hakk..” :Ben Hakk (İlah) ım! Sözü ve içinde bulunduğu hâl hakkında,
Necip Fazıl Kısakürek’in “Veliler Ordusundan 333” Kitabında tefsirci şöyle açıklamıştır:
“Allah ehli,
manevi sarhoşluk ānında, kendinden geçme ve benliğinden kaybolma deminde,
söyledikleri sözlerden mes’ul değildirler, mazurdurlar. O büyük bir velidir,
fakat en büyüklerinden değil…Onlar “Mansur bizim terbiyemizde olsaydı; böyle
bir noksana düşmezdi.” Demişlerdir. Bu olay ve açıklamalardan mürşid-i kâmilin
denetiminde terbiye olmanın önemi ortaya çıkmaktadır.
İlk sofi
ismini taşıyan ve ilk dergâhın yapılmasına vesile olan Ebu Hāşim’in hikayesi
Necib Fazıl’ın “Veliler Ordusundan 333” eserinde şöyle anlatılır:
“Ebu Hāşim,
hicri ikinci asırda yaşamış, Kūfeli, “sofi” ismini ilk taşıyan…Ondan evvel
kimse hakkında bu isim kullanılmadı. İşin hakikatı var, ismi yoktu. Süfyan (Servi)
ile çağdaş…Müctehid payesindeki Süfyan onun için dedi ki:
– Eğer Ebu Haşim olmasaydı, ben ilāhi incelikleri
öğrenemezdim. Onu görmeden de tasavvuf nedir bilmiyordum…İlk dergâh, Ebū Hāşim
vesilesiyle bina edildi.Şöyle: Emirlerden biri, kırda ava çıkmıştı. Orada Ebū
Hāşim’i gördü. Aşk ve safā ehlinden bir kimseyle karşı karşıya…Bu hâl, emirin
çok hoşuna gitti. Eşini, benzerini görmediği bir halislik, samimilik, hasbilik
levhası; ve onun peçelediği bir iç âlem işareti…
Emir, Ebū Hāşim’in yanına gitti, anlamak istedi:
─ Biraz evvel yanından ayrılan adam kimdir?
─ Bilmiyorum.
………………
─ Birbirinizle ülfet niçin öyleyse?
─ Bu bizim yolumuz, tarikatımızdır. Biz böyle emrolunmuşuz…
Emir büsbütün hayran, sordu:
─ Sizin, içinde buluşup halleşecek, konuşacak bir
mekanınız, yeriniz, yurdunuz var mı?
─ O da yok…
Size bir damaltı yaptırayım da orada toplanın!
Ve Emir,böylece, Şam taraflarında Remle denilen yerde ilk dergâhı bina
ettirdi, işte gönül ve aşk ehli için fiilde ilk yaptırılan ve dergâh ismini
alan damaltı; ve işte tabirde ilk sofi…
Ebū Hāşim’in sözü:
─ Gönüllerden kibri söküp çıkarmak, dağları iğneyle kazıyıp silmekten daha
zor…
Necib Fazıl Kısakürek
tasavvufu şöyle açıklamıştır:
“Bütün hakikat İslam’da, onun bütün ruhu da tasavvufta, yâni en büyük insan
ve peygamberin bātınında…Buradakiler (veliler) de o bātının cezbelileri…”
İslam kültüründeki zāhir
ve bātın ilimler örneği tıpkı fizik ve kimya ilimlerine benzer. Fizik dışta
görünen ve oluşan olayları inceler, kimya ise “Cisimlerin iç yapılarını, diğer
cisimlere iç yapı bakımından tesirlerini ve başka cisimlere dönüşmesini inceleyen
ilim dalıdır.” İmam-ı Gazali’nin “Kimya-yı Saadet” eserinin manası da; Ruhun
maddi âlemden mānevi âleme yükselmesidir.
Şeriat zāhire, görünüşe
göre değerlendirir,hükmeder. Tasavvuf ve hikmet ilmi ise bātın, gizli
ilimlerdir. Bir insanı kalbinizden hissederek veya alâmetlerinden münafık
olduğuna inandığınız halde, görünüşte Müslümanlığını ilan ettiğinde, bazı
ibadetler yaptığında Müslüman olarak tanımlanır. İki farklı dünya ve iki farklı
ilim.
Hızır (a.s)’ın 3 farklı
olayda yaptığı davranışlar görünüşte (zāhirde) Hz.Musa (a.s.)’ya göre
yanlıştır, fakat Hızır (a.s.), gizli sebeplerini, hikmetlerini açıkladığında
yaptıklarının doğru olduğunu anlamıştır.
İmam-ı Şafii (rh.a.), bir
müslümanın kendisi ictihad sahibi değilse, bir müctehide tābi olması gerektiğini
belirtmiştir. Bir Müslüman da kâmil bir mürşidden yeterlilik diploması veya
Üveysi Karani Hazretleri gibi mānevi eğitimini Hz.Muhammed (a.s.)’in ulvi
ruhundan almadıktan sonra İslam ālimlerinin, evliyaların verdiği bilgilere,
keşiflere Kur’an ve sünnete zıt olmadıktan sonra hor bakmamalı, alaya almamalı.
Nazar-ı itibara almamak onlara saygısızlık ve hâlden anlamamak olur, hatta kötü
zan, hakaret ve gıybete girdiğinden günaha sokar. Şeriat gemisinde yolculuk
eden Müslümanın, marifet ve hakikat âlemine benzetilen deniz altındaki
varlıklardan, güzelliklerden bahseden dalgıç olan ârife inanıp inanmaması
hâlidir düşünülmesi gereken. Tasavvuf ve hikmet gibi bātın ilimlerinin
olmadığına ve gereksizliğine inanmak, fiziği kabul edip kimyayı reddetmeye
benzer, tarikat ve tasavvufun varlığını ve gerekliliğini öven Süfyan-ı Servi,
Ebu Hāşim, düşünülmesi gereken. Tasavvuf ve hikmet gibi bātın ilimlerinin
olmadığına ve gereksizliğine inanmak, fiziği kabul edip kimyayı reddetmeye
benzer, tarikat ve tasavvufun varlığını ve gerekliliğini öven Süfyan-ı Servi,
Ebu Hāşim, Yunus Emre, Mevlana Celāleddin, Abdulkadir-i Geylāni, Necip Fazıl
Kısakürek ve daha nice ârifleri, velileri, ālimleri hiçe saymak olur ya da ham
Müslüman kendini onlardan büyük görmektedir. Evliyaya düşmanlık edenlere karşı
Yüce Allah’ın ikazını konu alan kudsi hadis dikkatle incelenmelidir.
Maddeciler, sadece bu
görünen, beş duyuyla algılanan âleme inanırlar, Müslümanlar ise görünmeyen
âleme, gabya, gizli âleme de inanırlar. Aradaki fark budur.Tasavvuf da insanın
iç dünyasıyla, iç temizliğiyle ilgilenir. Allah dostlarına ‘gönül ehli’ de
denir. Çünkü kalp temizlenince, ayna gibi olur, birçok sırlar, âlemler oradan
görülür, duyulur. Bu nedenle: “Ulemanın yanında dilini, evliyanın yanında
kalbini koru!” derler. Bu vecizenin sırrı budur. Gönül gözü tamamen açılınca
nice sırlar orada āyān olur.
Hadis-i şerifte şanlı
Peygamberimiz: “Allah-ü Teālā bir kuluna iyilik dilerse, onu dinde fakih kılar.”
Buyuruyor. Fakih; Gereğince anlayan, zeki anlayışlı âlim, İslāmi ilimlerde
uzman, manalarına gelir. Yüce Allah, Hakikate ulaşmayı dileyen, bu yönde adım
atan ve gayret eden mü’minleri gönül gözü açık, fakih kullarından eylesin!
Övgü, âlemlerin Rabbine, rahmet ve selam Hz.Muhammed (a.s.)’e , ailesine ,
arkadaşlarına ve iyi kulların üzerine olsun!
Memduh
ÖZCAN
Çok teşekkür ederim yazı için ayrıca sitemi ziyaret edin
YanıtlaSilhttp://islamguzelahlaktir.blogspot.com/