Yayın No:006
MİLLİYETÇİLİK, İNSANİ
SİSTEMLER VE İSLAM
Dünya tarihi boyunca
bütün toplumlar kendi inanç ve fikirlerine göre bir ilahi ya da batıl dine veya
kendi düşüncelerinden doğan belli kurallara göre ülkelerini yönetecek bir
heyet, iktidar, devlet kurmuşlardır. Krallar da kendi danışma meclisleriyle
beraber genelde toplumun inanç ve yaşantısına uygun bir yöntemle krallıklarını
yönetmişlerdir. Dünya tarihi dikkatle incelendiğinde; Yaratıcı Allah tarafından
görevlendirilen peygamberlerin getirdiği ilahi dinler, kanunlar ile
peygamberlerin bildirdiği dine inanmayan insanların kendi düşünce ve nefsani
isteklerinden doğan sistemlerin, hayat tarzının mücadelesi görülür. 18.
Yüzyıldaki Fransız Devrimi’ne kadar ülkeler büyük çoğunlukla krallıkla,
imparatorlukla yönetiliyor, kral ve maiyetindeki toplum dini esas alıyor,
yaşantıyı din belirliyordu.
Bozulmuş dinler olan, bilim ve teknolojik gelişmeye engel
olan Hıristiyanlık, Yahudilik gibi dinler ve çıkarcı din adamları yüzünden
Avrupa’da insanlar maddeciliğe yöneldi, akıl ve bilimi hedef aldılar, hatta
insandan doğan bu değerleri ilah edindiler, bütün dinlerin ilerlemeye engel
olduğu zannına kapıldılar. Halbuki akıl ve bilim, amaç değil Yüce Yaratıcı’nın
rızasına kavuşmak, O’nun varlığı ve birliğine inanmak, imtihan için yaşanılan
bu hayat sınavını geçmek için araçtı. İslam tarihi incelendiğinde; İslam
ülkelerinin bilimde, fende, icatlarda, sanatta ve uygarlık alanında büyük
başarılara ulaştığı görülür. İslam, daima ilmi, araştırmayı, doğruluğu, ferdi
ve sosyal olarak temiz, huzurlu bir toplumu teşvik etmiştir. Bütün ilahi
hükümler insanın ve toplumun faydasınadır.
Fransız Devrimi’nden sonra cumhuriyet, milliyetçilik,
eşitlik, özgürlük gibi değerler ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet rejimi, çoğunluğun
idaresine dayanır. Çoğunluğun inancı, fikri, görüşü neyse o egemen olur. Bu her
toplum için makul bir yönetim şekli.
Milliyetçilik kelimesinin sözlük manaları incelendiğinde
bir milletin üstünlüğüne ve onu savunmaya yönelik fikir ve duygu olduğu
görülür, bu ise açıkça İslam’daki: “İnananlar Kardeştir.” Ayetine terstir ve
dinen yanlıştır. İnkılap Yayınlarının Türkçe Sözlüğünde Milliyetçilik :”Bir
milletin kendine özgü kültüre, geleneklere bağlı kalıp, kendi varlığını
herşeyin üstünde tutarak yaşayabileceğine inanan görüş.”
Ülke Yayınlarının
sözlüğünde: “Millet, milliyet topluluğunu esas alan, onu sevmek ve yüceltmek
ana fikrine dayanan görüş”
Türk Dil Kurumu’nun
Türkçe Sözlüğü’nde ise: “Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin
çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı, ulusalcılık.”
Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, ırkçılık nasıl ki
insanların toplumsal özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklere indirgeyerek
bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti olup iyi bir şey
olmadığına göre, milliyetçilik te onun ikiz kardeşi olarak bir milleti sevmek
ve yaşatmak bir yana, millet üstünlüğü manasını kapsadığından yanlıştır.
Bu fikirle, aynı İslam Dini’nden olan milletlerin
kardeşçe birarada yaşaması, iyi ilişkiler kurması mümkün değildir. Zaten 36
milleti idare etmiş Osmanlı İmparatorluğu da bir açıdan bu fikrin tesiriyle
dağılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında iki millet kavramı olmuş; biri
İslam Milleti, diğeri bütün Gayr-i Müslim Milletler. Aslında bu tarif Kutsal
Kitap Kurân’da vardır: “Küfür tek millettir.” Bu ayetten inanan müslümanların
da tek millet olduğu sonucu ortaya çıkıyor.
Bununla birlikte bütün insanları eşit kabul eden Hucurat
Suresi 12. Ayet-i kerimede Yüce Allah: “Ey insanlar biz sizi bir erkekle bir
dişiden yarattık. Sizi ancak tanışasınız, bilişesiniz diye milletlere ve
kabilelere ayırdık (Bu milletlerin ve kabilelerin önemi var zannettiniz), Allah
katında en değerliniz en müttaki olanınızdır. Şüphesiz Allah bilen ve
haberdardır.” (1)
Bu ayet-i kerimede Yüce
Allah insanları neden milletlere ayırdığı ve hemen ardından “En üstününüz
takvaca en üstün olanınızdır.” Buyurması üstünlüğü milletiyle övünme değil de
takvaya; günah ve kötülüklerden en çok sakınmaya ve ahlakça en güzel olmaya
bağlıyor, bu da milliyetçiliği yasaklayan bir diğer delildir.
Ayrıca son peygamber Hz.Muhammed (a.s)’ın Arapçadaki
karşılığı ‘kavmiyetçilik’ olan milliyetçiliği ve ‘asabiyye ‘ olan ırkçılığı,
tarafgirliği yasakladığı hadisler de konuyu açıklamaktadır ve O’na inananlara
birer delildir :
1. İslam’dan önce Arabistan’da Cahiliyye Dönemi’nde halk
arasında malıyla, soyuyla, kabilesiyle övünmek yaygın idi, kabile çatışmaları,
karşılıklı övünme ve yermeler çok olurdu. Bu yüzden İslam Dini gelince
Hz.Peygamber (a.s.): “Kim Cahiliyye
davasında (kavmiyetçilikte, bugünkü manasıyla milliyetçilikte) bulunursa
Cehennem’de iki dizi üzerine çökmüş demektir.” Buyurdu. Sahabe dedi ki: “Ey
Allah’ın Rasulü! Namaz kılsa oruç tutsa da mı?”, “Evet” cevabını verdi.(2)
2. Hz.Muhammed (a.s) zamanında, muharebenin birinde -Beni
Mustalık Gazvesi olacak- ordu konakladığı sırada, kuyu başında Muhacirlerden
(Göçmen Mekkeliler) biri ile Ensardan (Yardımcı Medineliler) biri arasında deve
sulaması yüzünden kavga çıktı. Muhacirlerden olan biri Ensardan olan birini
dövdü. Bunu üzerine Ensardan olan kişi derhal eski Arap adeti üzerine
“Neredesiniz Ey Ensar!” diye bağırarak medet istedi. Muhacirlerden olan kişi de
“Neredesiniz Ey Muhacirler!” diye o da yardım istedi. Rasulullah (a.s) bu
çağrıyı işitince :”Bu işittiğim cahiliyye davası ne oluyor?” diye sordular.
“Bir şey değil, muhacirlerden bir çocukla ensardan bir çocuk dövüşmüş” cevabını
alınca “Böyle sözü bırakınız. Zira bu çirkin, kokmuş bir şeydir.” Buyurdular.
Kur’an-ı kerimde övgü için güzel bir vasıf olarak bildirilen “Ensar” ve
“Muhacirin” lafızlarının asıl maksadından saptırıp şehircilik ve milliyetçilik
için kullanılmasını peygamber efendimiz yasaklamıştır.
3.....
(DEVAMI EKLENECEK...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder