Yayın No.002
SONSUZ MUTLULUĞA GİDEN YOL
Katiyyen bil ki :Yaratılışın en
yüksek gayesi ve var oluşun en yüce neticesi Kainatın Yaratıcısı Allah’a
inanmaktır ve insanlığın en yüksek mertebesi ve makamı Allah’a inandıktan sonra
Allah’ı tanımaktır.
Gerçek şu ki, insan kendisini
başıboş sandı. Belki mesut olabilirdi, ama yaratılışındaki maksadı bilemedi
veya görmezden geldi. İsyan etti, iman etmedi. Sonsuz mutluluğa davet edildiği
halde, bu vaade sırt çevirip, dünyanın fani varlıklarına bel bağladı.
Bazı gerçekler insanların hatırına
ya hiç gelmiyor veya sonuncu derecelerde yer alıyor. İnsanı dünyaya çağıran
şeyler çok. Nefsi, nefsinin arzuları, çeşit çeşit ihtiyaçları, duyguları,
dünyanın görünürdeki tatlılığı, kötü arkadaş, çevre, gazete, mecmua, televizyon
v.s. hep onu dünyaya daldırıyor. Öylesine gaflet veriyor ki sanki ölmeyecek,
sanki ebediyen burada kalacak. İnsanları gerçekten seviyorsak, sadece geçici
hayatına değil, ebedi hayatına da önem vermeli, yardımcı olmalı, yardımcı
olanlara da destek elimizi uzatmalıyız. En büyük hizmet insanların ebedi
hayatına yönelik hizmettir. İnançlarını kurtarmak, kuvvetlendirmektir. Onlara
saadet ufuklarını göstermektir. Sonsuz mutluluğa yöneltmektir.
Allah bizi denemektedir. Bolluk veya
darlık verir. Refah ve rahatlık yahut sıkıntı ve çilelerle bizi ölçer. Böylece
imanımızın, insanlığımızın, iyiliğimizin büyüklüğümüzün derecesini görmemizi
sağlar. Bir ayette şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki biz sizi biraz korku,
biraz açlık ve biraz mal, can ve mahsul eksikliğiyle deneriz. Sabredenleri
müjdele!” (Bakara Süresi:155)
Ruh açlığını eğlencelerle
doyuramayız. Onu sıkıntılara düşmekten kurtaramayız. Benzinle çalışan arabaya
gazyağı koymakla çalıştıramazsınız. İnsana da yaratılışına uygun bir sistemi
uygulamadıkça gönlünü huzurla doldurup aklını doyuramazsınız. Fıtrata en uygun
tarzı ise Allah göstermiştir. Kur’an ve hadislerde bunlar anlatılır. Vahiy
potasında eritilen duygular hak ve hakikat madenleri haline gelirler.
İyi ya da kötünün bilinmediği bir
toplumda insanlar, duygularının esiri olur, sadece menfaat için yaşar, menfaat
için ölürler. O zaman insanın yeme-içme gibi sadece mideye ve adi zevklere
yönelen hayvanlardan farkı kalmaz.
Her maddi zevkin bir nihayet noktası
vardır. O noktanın ilerisinde o zevk acılaşır, tat vermez olur. Manevi
yaralarına mesela içkide derman bulabileceğini zanneden zavallı, önceleri az
bir miktarı bile acılarını uyuşturmasına yeten menhus zehirin, zaman geçtikçe
yetmediğini görünce, giderek daha fazla içmeye başlar. Ama doz her geçen gün
arttığı halde, acılar dinmez, yaralar derinleşir.
Manevi yaralarını maddi zevklerle
kapatmaya çalışanlar, elde etmeye çalıştıkları zevklerin içinde, yaralarının
çok daha acı şekilde sızladığını çok sonra fark ederler.
Bilmezler ki, onların asıl
rahatsızlığı ruh, vicdan, kalb ve akıllarındadır. Elle tutulur bir uzvun
ıztırabını çekmiyorlar ki, maddi “çare”ler deva olsun.
Gel, seni ferahlatacak deniz ancak
imandır. Seni ısıtacak manevi güneş de ancak İslamiyet’tir. Tenindeki güneş
yanığı, kalbindeki ıztırabı dindirmez.gerçekten huzura kavuşmak istiyorsan,
iman denizine girip, İslam güneşinin tatlı sıcaklığında yan. Bütün varlığını
nasıl bir huzur ve saadetin kapladığını ancak o zaman göreceksin.
İmanı bulamamış insan istediği kadar
güzel olsun, istediği elbiseyi giysin, dilediğince boyansın yine boştur, yine
boştur. Nefis, insanlara yaptıkları şeyi hoş gösterir ki insanlar farkında
olmaz. İnanmayanlar her an ölüm korkusuyla titriyorlar. Çünkü onlar için kabir,
hiçlik ve karanlık kuyusudur. İnananlar için ise sonsuz hayatın başlangıcıdır.
Cennet bahçelerine açılan bir kapıdır.
Gerçek kurtuluş ve Sonsuz Hayat
inancın ışığını takip edenleredir.
Ne mutlu kötülüklerden arınmış
Sonsuzluk yolcularına!
1993
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder